İşte,
bu arzı böyle kendine sâcid ve âbid ve ibâdına
mescit ve mahlûklarına beşik ve kendine müsebbih ve
mükebbir eden Zat-ı Zülcelâl’e, yerin zerratı adedince
hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince
hamd ediyoruz ki, bize bu nevi ubudiyeti ders veren Re-
sul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet eylemiş.
OnunCu nOTA
Bil, ey gafil, müşevveş said! Cenab-ı Hakkın nur-i ma-
rifetine yetişmek ve bakmak ve âyât ve şahitlerin âyine-
lerinde cilvelerini görmek ve berahin ve deliller mesama-
tıyla temaşa etmek iktiza ediyor ki, senin üstünden ge-
çen, kalbine gelen ve aklına görünen her bir nuru tenkit
parmaklarıyla yoklama ve tereddüt eliyle tenkit etme.
sana ışıklanan bir nuru tutmak için elini uzatma. Belki
gaflet esbabından tecerrüt et, onlara müteveccih ol, dur.
Çünkü, ben müşahede ettim ki, marifetullahın şahitleri,
bürhanları üç çeşittir:
•
Bir kısmı
su gibidir. görünür, hissedilir, lâkin par-
maklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüt et-
mek, külliyetle ona dalmak gerektir. tenkit parmaklarıy-
la tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. o âb-ı hayat, par-
mağı mekân ittihaz etmez.
•
İkinci kısım
hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görü-
nür, ne de tutulur. ona karşı sen, yüzün, ağzın, ruhunla
o rahmet nesimine karşı teveccüh et, kendini mukabil
tut. tenkit elini uzatma, tutamazsın. ruhunla teneffüs
et. tereddüt ile baksan, tenkit ile el atsan, o yürür, gi-
der. senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.
Mesnevî-i nuriye | 265 |
Z
ühre
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
mukabil:
karşı.
mükebbir:
yücelten, ululayan,
tekbir getiren, “Allahü ekber” di-
yen.
müşahede:
İlâhî güzellikleri ve
sırları görme, seyretme.
müsebbih:
tesbih çeken, sübha-
nallah diyen.
müşevveş:
teşevvüşe uğramış,
düzensiz, karmakarışık.
müteveccih:
bir cihete dönen, yö-
nelen.
nesim:
hafif lâtif rüzgâr, hoşa gi-
den esinti, esinti.
nevi:
çeşit, tür.
nota:
dikkat çekici ve uyarıcı bil-
gi.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nur-i marifet:
Allah’ı tanımanın,
bilmenin sebep olduğu nur,
aydınlık.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
razı:
rıza gösteren, kabul eden.
resul-i ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(asm).
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
sâcid:
secde eden, secdeye varan.
tecerrüt:
soyunma, soyutlanma,
uzak olma.
tecessüs:
iç yüzünü araştırma,
ayrıntısını öğrenme, araştırma
merakı, araştırıcılık.
tekbir:
ululama, yüceltme; Allah’ı
ululama.
temaşa:
hayretle ve dikkatle bak-
ma, seyretme.
teneffüs:
nefes alma, soluklanma,
solunum.
tenkit:
eleştirme.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma,
Cenab-ı Hakkı şanına lâyık ifade-
lerle anma.
teveccüh:
yönelme, sevgi, ilgi.
ubudiyet:
kulluk.
ümmet:
hak dine davet etmek
için Allah tarafından kendilerine
peygamber gönderilen ve bu pey-
gambere inanıp bağlanan cemaat,
topluluk.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
ve haşmet sahibi olan zat, Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
âbid:
ibadet eden, kulluk
eden.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun’ anlamında Hz. Muham-
med’e dua.
arz:
yer, dünya.
âyât:
işaretler, deliller; Allah’ın
varlık ve birliğine işaret eden
deliller.
âyine:
ayna.
berahin:
deliller, ispatlar, bür-
hanlar, hüccetler, kanıtlar.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cilve:
tecelli, görüntü.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
gafil:
gaflette bulunan, endi-
şesiz, nefsine uyarak Allah’ın
emirlerini unutan.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
hayalât:
hayaller, hülyalar.
ibâd:
abdler, kullar.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu
kılma.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
mahlûk:
yaratık, Allah ta-
rafından yaratılmış olan.
marifetullah:
Allah’ı tanıma,
anlama, bilme.
mekân:
yer, mahal.
mesamat:
mesamlar, delikler,
gözenekler.
mescit:
namaz kılınacak yer,
cami, ibadet edilecek yer.
mesken:
oturulan, ikamet
olunan yer.