vazifesi ve o vazifeye göre birer faydası vardır. Ve hake-
za, her şeyi ona kıyas et.
Buna binaen
her bir şey, bir Kadîr-i Ezelî’nin vücub-i
vücuduna iki cihetle şahadet eder:
Biri:
Takatinin binler derecede fevkinde vazifeleri gör-
mekteki acz-i mutlak lisanıyla o Kadîr’in vücuduna şaha-
det eder.
İkincisi:
Her bir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düstur-
lara ve muvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tat-
bik-i hareket etmekle o Alîm-i Kadîr’e şahadet eder.
Çünkü zerre gibi bir camit, arı gibi küçük bir hayvan, ki-
tab-ı Mübin’in mühim ve ince meseleleri olan nizam ve
mizanı bilemez. Camit bir zerre ve arı gibi küçük bir hay-
van nerede? semavat tabakalarını bir defter sayfası gibi
açıp, kapayıp toplayan zat-ı zülcelâl’in elindeki kitab-ı
Mübin’in mühim, ince meselelerini okumak nerede?
eğer sen divanelik edip, zerrede o kitabın ince hurufatı-
nı okuyacak kadar bir göz bulunduğunu tevehhüm etsen,
o vakit o zerrenin şahadetini redde çalışabilirsin.
evet, Fâtır-ı Hakîm, kitab-ı Mübin’in düsturlarını ga-
yet güzel bir surette ve muhtasar bir tarzda ve has bir lez-
zette ve mahsus bir ihtiyaçta icmal edip derç eder. Her
şey öyle has bir lezzet ve mahsus bir ihtiyaç ile amel et-
se, o kitab-ı Mübin’in düsturlarını bilmeyerek imtisal
eder. Meselâ, hortumlu sivrisinek dünyaya geldiği daki-
kada hanesinden çıkar, durmayarak insanın yüzüne hü-
cum eder, uzun asasıyla vurur, âb-ı hayat fışkırtır, içer.
Mesnevî-i nuriye | 261 |
Z
ühre
intizam esaslarını, kanunlarını ih-
tiva eden manevî kitap; kudret ki-
tabı.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi baş-
ka bir şeye benzeterek hüküm
verme.
lisan:
dil.
mahsus:
bir şeye veya kişiye has
olan.
meselâ:
örneğin.
mesele:
konu.
mesele:
önemli konu.
mizan:
ölçü, denge.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
muvazene-i mevcudat:
varlıklar-
daki denge, kâinattaki ölçü ve
denge.
nispet:
ilgi, bağ, münasebet.
nizam:
düzen, düzgünlük; kanun.
nizam-ı âlem:
Cenab-ı Hakkın kâ-
inata koymuş olduğu düzen, dün-
ya düzeni.
red:
reddetme, kabul etmeme.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alâmet, işaret.
semavat:
semalar, gökler.
şerayin:
atar damarlar.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tabaka:
derece, kat.
tabir:
ifade.
takat:
bir şeyi yapabilme, başara-
bilme gücü, güç, kuvvet, derman.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tatbik-i hareket:
hareket etme,
davranma.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümitsizliğe
ve korkuya düşme.
vazife:
görev.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkânsız olmak,
varlığı zarurî ve vacip olmak.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
ve haşmet sahibi olan zat, Allah.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zîhayat:
hayat sahibi.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
acz-i mutlak:
mutlak zayıflık,
güçsüzlük.
Alîm-i Kadîr:
her şeye gücü
yeten ve her şeyi bilen Allah.
amel:
iş, uygulama, yapma.
asa:
değnek, sopa.
asab-ı vechiye:
yüz ile ilgili si-
nirler.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
camit:
ruhsuz, cansız madde.
cihet:
yön.
derç:
sokma, içine alma.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan.
düstur:
kanun, kural, esas,
prensip.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir
maksada uygun ve hikmetle
benzersiz bir şekilde yaratan
Allah.
fevkinde:
üstünde.
gayet:
son derece.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hane:
ev.
hücum:
saldırma.
hurufat:
harfler.
icmal:
kısa anlatma, özetle-
me, ayrıntılara girmeme.
idame:
devam ettirme, sür-
dürme.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
Kadîr:
kudret ve kuvvet sahi-
bi ve her şeye gücü yeten Al-
lah.
Kadîr-i ezelî:
her şeye gücü
yeten, varlığının evveli olma-
yan, Allah.
kanun:
yasa.
Kitab-ı Mübin:
kâinattaki
olayları cereyan ettiren Al-
lah’ın kudretine ait nizam ve