bir hayvana inkılâp eder. İnsan, bazı Frenkler ve Frenk-
meşrepler gibi, ihtirasat-ı hayvaniyede terakki ettikçe,
daha şiddetli bir hayvaniyet mertebesini alır. sen görü-
yorsun ki, hayvanatın kemiyet ve adet itibarıyla hadsiz
bir çokluğu varken, ona nispeten insan gayet az iken,
umum enva-ı hayvanat üstünde sultan ve halife ve hâkim
olmuştur.
İşte, muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler,
Cenab-ı Hakkın hayvanatından bir nevi habislerdir ki,
Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imaratı için halk etmiştir.
Mü’min ibâdına ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek
için, onları bir vahid-i kıyasî yapıp, akıbette, müstahak
oldukları cehenneme teslim eder.
İşte, küffarın ve ehl-i dalâletin bir hakikat-i imaniyeyi
inkâr ve nefyetmelerinde kuvvet yoktur. Çünkü, nefiy sır-
rıyla, ittifakları kuvvetsizdir; bin nefyediciler, bir tek hük-
mündedir. Meselâ, bütün İstanbul ahalisi, ramazanın ba-
şında, ayı görmediğinden nefyetse; iki şahidin ispatıyla,
o cemm-i gafîrin nefiy ve ittifakı sukut eder. Madem
küfrün ve dalâletin mahiyeti nefiydir ve inkârdır ve cehil-
dir ve ademdir; küffarın kesret ile ittifakı ehemmiyetsiz-
dir. ehl-i hakkın, hak ve sabit ve sübutu ispat olunan me-
sail-i imaniyede şuhuda istinat eden iki mü’minin hükmü,
hadsiz ehl-i dalâletin ittifakına racih olur, galebe eder.
Bu hakikatin sırrı şudur ki: nefyedenlerin davaları su-
reten bir iken, müteaddittir; birbiriyle ittihat edemez ki
kuvvetlensin. İspat edicilerin davaları ittihat ediyor,
birbirinden kuvvet alır. Çünkü, gökteki hilâl-i ramazanı
adem:
yokluk.
ahali:
halk.
akıbet:
nihayet, son.
cehil:
bilgisizlik, cehalet, cahillik.
cemm-i gafir:
pek kalabalık insan
topluluğu, ekseriyet, çoğunluk.
dalâlet:
Hak ve hakikatten sap-
ma, doğru yoldan ayrılma, azma.
dava:
iddia.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâmi-
yet ve hak yolunda olan, hak
mezhepte olan.
enva-ı hayvanat:
hayvanların
türleri, hayvanların çeşitleri.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir maksa-
da uygun ve hikmetle benzersiz
bir şekilde yaratan Allah (c.c.).
Frenk:
Avrupalı, Fransız.
Frenkmeşrep:
Avrupalı gibi,
Batılıları taklit eden, yaşayış tarzını
Avrupalılara benzeten.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
gayet:
son derece.
habis:
fesatçı, hilekâr, alçak, kötü,
pis, soysuz.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i imaniye:
imana ait olan
gerçek.
hâkim:
hükmeden, üstün olan.
halife:
yeryüzünde bazı hususlar-
da Allah adına ve yine Allah’ın iz-
niyle hareket eden.
hayvanat:
hayvanlar.
hayvaniyet:
hayvanlık.
hilâl-i ramazan:
Ramazan ayına
girildiğini gösteren hilâl.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hüküm:
karar, emir.
ibâd:
abdler, kullar.
ihtirasat-ı hayvaniye:
insanların
hayvanî taraflarına ait hırslar; hay-
vanî hislerin tatmininde; yeme, iç-
me ve nefsin diğer arzularını yeri-
ne getirme gibi konularda göste-
rilen aşırı arzu ve istekler.
imarat:
tamir işleri.
inkâr:
reddetme, inanmama.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
ispat:
kanıtlama.
istinat:
dayanma.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
ittihat:
birleşme, birliktelik.
ittihaz:
edinme, alma, kabul et-
me.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kemiyet:
bir şeyin adet, miktar ve
Z
ühre
| 252 | Mesnevî-i nuriye
sayı olarak ifade edilebilen
durumu, nicelik.
kesret:
çokluk.
küffar:
kâfirler, hak dini, İslâ-
miyeti inkâr edenler.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, müşriklik,
imansızlık.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
mertebe:
derece, basamak.
mesail-i imaniye:
imanî me-
seleler.
muzır:
zararlı, zarar veren.
mü’min:
iman eden, inanan.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nefiy:
inkâr etme, olumsuzla-
ma, reddediş.
nefyetmek:
inkâr etmek, red-
detmek, olumsuzlamak.
nevi:
çeşit, tür.
nimet:
Allah’ın bağışladığı
maddî ve manevî lütuf ve ik-
ramlar.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
racih:
daha daha üstün, önce,
diğerinden üstün.
sabit:
kanıtlanmış, ispat-
lanmış.
sefih:
gösterişe, zevk ve eğ-
lenceye aşırı düşkün; faydayı
zararı ayırdetme yeteneğin-
den mahrum.
sır:
gizli hakikat.
sübut:
sabit olma, ispatlanma.
şuhut:
gözle görme, şahitlik.
sukut:
düşme, düşüş.
sureten:
suret olarak, görünüş
itibarıyla.
terakki:
yükselme, ilerleme.
vahid-i kıyasî:
ölçmeye esas
olan şey, birim, ölçü birimi.