Mesnevi-i Nuriye - page 247

senin karanlıklı dehan, nev-i beşerin gündüzünü gece-
ye kalbetmiş. Yalnız o sıkıntılı, zulümlü ve zulmetli gece-
ye ısındırmak için, yalancı, muvakkat lâmbalarla tenvir
ettin. o lâmbalar sürur ile beşerin yüzüne tebessüm et-
miyor. Belki beşerin ağlanacak acı hâllerindeki eblehâne
gülmesine, o ışıklar müstehziyâne gülüp eğleniyor.
Her bir zîhayat, senin şakirtlerin nazarında zalimlerin
hücumuna maruz, miskin birer musibetzededirler. dün-
ya bir matemhane-i umumiyedir. dünyadaki sedalar
ölümlerden, elemlerden gelen vaveylâlardır.
senden tam ders alan şakirdin, bir firavun olur. Fakat
en hasis şeye ibadet eden ve menfaat gördüğü her şeyi
kendine rab telâkki eden bir firavun-ı zelildir.
Hem senin şakirdin, mütemerrittir. Fakat, bir lezzeti
için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerrittir.
Hasis bir menfaat için şeytanın ayağını öper derecede
alçaklık gösterir. Hem cebbardır. Fakat kalbinde bir
nokta-i istinat bulamadığı için, zatında gayet âciz bir ceb-
bar-ı hodfürüştur.
o şakirdin gaye-i himmeti hevesat-ı nefsaniyeyi tat-
min ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi men-
faat-i nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye
çalışan bir dessastır. nefsinden başka ciddî olarak hiçbir
şeyi sevmiyor, her şeyi nefsine feda ediyor.
Amma kur’ân’ın halis ve tam şakirdi ise, bir abddir.
Fakat azam-ı mahlûkata karşı da ubudiyete tenezzül
Mesnevî-i nuriye | 247 |
Z
ühre
kalbolma:
bir hâlden diğer bir ha-
le geçme, dönüşme.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
matemhane-i umumî:
genel yas
evi, herkesin matem tuttuğu yer.
menfaat:
fayda.
menfaat-i nefis:
nefsin menfaati.
miskin:
uyuşuk, tembel, hareket-
siz, zavallı.
musibetzede:
musibet görmüş,
felâkete uğramış, belâya, kazaya
uğrayan.
müstehziyâne:
istihza edercesi-
ne, alay ederek, eğlenerek, alay
yollu.
mütemerrit:
temerrüt eden, inat-
çı, kötü fiilinde inatlaşan.
muvakkat:
geçici.
nazar:
bakış, dikkat.
nefis:
kendi, şahıs.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nihayet:
son derece.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
rab:
efendi, sahip, hükmedici ve
besleyici.
şakirt:
talebe, öğrenci.
seda:
ses.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını karşı-
lama.
tebessüm:
gülümseme.
telâkki:
kabul etme, bir görüşle
bakma.
tenezzül:
kendine aykırı düşen bir
işi veya durumu kabul etme, al-
çalma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
teskin:
sakinleştirme, yatıştırma.
ubudiyet:
kulluk.
vaveylâ:
çığlık, feryat.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zat:
kendi.
zîhayat:
hayat sahibi.
zillet:
hor ve hakir görülme, alçal-
ma.
zulmet:
karanlık.
zulüm:
haksızlık.
abd:
kul.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
amma:
ama, lâkin, ancak.
azam-ı mahlûkat:
mahlûka-
tın en büyüğü.
beşer:
insan, insanlık.
cebbar:
zorba.
cebbar-ı hodfüruş:
kendini
beğenen zorba, devamlı ken-
dini beğendirmeye çalışan, za-
lim ve gaddar zorba.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
deha:
çok akıllılık, zekiliğin ve
anlayışlılığın son derecesi.
dessas:
desise eden, aldatıcı,
oyuncu, hileci.
eblehâne:
akılsızcasına, ah-
makçasına, aptalca.
elem:
acı, ağrı, maddî-manevî
ıztırap.
feda:
uğruna verme.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
firavun:
zalim, imansız; kibirli,
gururlu ve inatçı.
firavun-i zelil:
alçak, aşağılık
firavun; alçalan, aşağılık alâ-
meti gösteren firavun.
gaye-i himmet:
gayret ve ça-
banın gayesi, çalışmanın ama-
cı.
gayet:
son derece.
gurur:
kibir, kendi yüksek ve
değerli tutarak böbürlenme.
halis:
samimî, her amelini yal-
nız Allah rızası için işleyen.
hamiyet:
gayret.
hasis:
asi, alçak, bayağı; cimri,
tamahkâr.
hevesat-ı nefsaniye:
nefse ait
geçici, çirkin arzu ve istekler.
hırs:
açgözlülük, kanaatsizlik.
hücum:
saldırma.
1...,237,238,239,240,241,242,243,244,245,246 248,249,250,251,252,253,254,255,256,257,...528
Powered by FlippingBook