Mesnevi-i Nuriye - page 241

hayvanatın bir nev’i hükmündedir. Elbette, kat’î bir hads
ile hükmedilir ki, haşir ve neşr-i ekberde beşerin her bir
ferdi aynıyla, cismiyle, ismiyle, resmiyle iade edilecektir.
BeŞinCi nOTA
Şu notada, Avrupa fünunu ve medeniyeti, eski said’in
fikrinde bir derece yerleştiği için, Yeni said harekât-ı fik-
riyede seyrettiği zaman, Avrupa’nın fünun ve medeniye-
ti, o seyahat-i kalbiyede emraz-ı kalbiyeye inkılâp ede-
rek, ziyade müşkülâta medar olduğundan, bilmecburiye,
Yeni said zihnini silkeleyip, müzahref felsefeyi ve sefih
medeniyeti atmak isterken, kendi ruhunda Avrupa’nın
lehinde şahadet eden hissiyat-ı nefsaniyeyi susturmak
için, Avrupa’nın şahs-ı manevîsi ile, bir cihette gayet
kısa, bir cihette uzun, gelecek muhavereye mecbur ol-
muştur.
Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevînin din-i
hakikîsinden ve İslâmiyetten aldığı feyiz ile hayat-ı içtimai-
ye-i beşeriyeye nafi sanatları ve adalet ve hakkaniyete hiz-
met eden fünunları takip eden Avrupa’ya hitap etmiyo-
rum. Belki, felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin
seyyiatını mehasin zannederek beşeri sefahate ve dalâle-
te sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum.
Şöyle ki:
o zaman, o seyahat-i ruhiyede, mehasin-i medeniyet
ve fünun-i nafiadan başka olan malâyani ve muzır felse-
feyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avru-
pa’nın şahs-ı manevîsine karşı demiştim:
Mesnevî-i nuriye | 241 |
Z
ühre
de.
iade:
geri döndürme, geri çevir-
me.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
isevî:
Hz. İsa’nın dininden olanlar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
malâyani:
manasız, faydasız, boş
(şey).
mecbur:
zorunda kalma.
medar:
sebep, vesile.
medeniyet:
medenîlik, şehirlilik,
uygarlık.
mehasin:
güzellikler, iyilikler.
mehasin-i medeniyet:
medeni-
yetin güzellikleri.
muhavere:
konuşma, sohbet et-
me.
müşkülât:
müşküller, güçlükler,
zorluklar.
müzahref:
süprüntü, pislik.
muzır:
zararlı, zarar veren.
nafi:
faydalı, kârlı.
neşr-i ekber:
en büyük neşir,
mahşerde insanların diriltilmesi.
nevi:
çeşit, tür.
nota:
dikkat çekici ve uyarıcı bil-
gi.
ruh:
hayat ve canlılık veren şey.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
sefahat:
yasak şeylere, zevk ve
eğlenceye aşırı derecede düşkün-
lük.
sefih:
gösterişe, zevk ve eğlence-
ye aşırı düşkün; faydayı zararı
ayırdetme yeteneğinden mah-
rum.
sevk:
önüne katıp sürme.
seyahat-i kalbiye:
kalp yolculuğu,
kalben seyahat.
seyahat-i ruhiye:
ruhun seyaha-
ti, ruhen seyahat.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar, kö-
tülükler.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nurun-
dan mahrum olma hâli.
adalet:
her hak sahibine
hakkının tam ve eksiksiz veril-
mesi, düzenli ve dengeli oluş.
beşer:
insan, insanlık.
bilmecburiye:
mecburiyetle,
zorunlu olarak.
cihet:
yön.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
din-i hakikî:
hakikî din, ger-
çek din.
emraz-ı kalbiye:
kalp has-
talıkları, kalp ile ilgili has-
talıklar.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
felsefe-i tabiiye:
her şeyi ta-
biata dayandıran felsefe.
feyiz:
bolluk, bereket; ilim, ir-
fan.
fünun:
fenler.
fünun-i nafia:
faydalı ilimler,
fenler.
gayet:
son derece.
hads:
sezgi, seziş.
hakkaniyet:
hak ve adalete
uygunluk, hak ve doğruluktan
ayrılmama.
harekât-ı fikriye:
fikrî hare-
ketler, canlılıklar.
haşir:
yeniden dirilip toplan-
mak, ikinci diriliş.
haşr-i ekber:
en büyük diriliş,
toplanma.
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye:
insanlara ait olan sosyal ha-
yat.
hayvanat:
hayvanlar.
hitap:
söz söyleme, topluluğa
veya birisine karşı konuşma.
hükmetme:
karar vermek,
inanca varmak.
hükmünde:
değerinde, yerin-
1...,231,232,233,234,235,236,237,238,239,240 242,243,244,245,246,247,248,249,250,251,...528
Powered by FlippingBook