Mesnevi-i Nuriye - page 248

etmez ve cennet gibi en büyük ve azam bir menfaati ga-
ye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir.
Hem halîm selimdir. Fakat Fâtır-ı zülcelâl’inden baş-
kasına izni ve emri olmadan tezellüle tenezzül etmez bir
halîm-i âlihimmettir.
Hem fakirdir. Fakat onun Malik-i kerîm’i ona ileride
iddihar ettiği mükâfat ile bir fakir-i müstağnidir.
Hem zayıftır. Fakat kudreti nihayetsiz olan seyyidinin
kuvvetine istinat eden bir zaif-i kavidir ki, kur’ân hakikî
bir şakirdine cennet-i ebediyeyi dahi gaye-i maksat yap-
tırmadığı hâlde, bu zail, fânî dünyayı ona gaye-i maksat
hiç yapar mı?
İşte iki şakirdin himmetlerinin ne derece birbirinden
farklı olduğunu anla!
Hem felsefe-i sakîmenin şakirtleriyle kur’ân-ı Ha-
kîm’in tilmizlerinin hamiyetkârlık ve fedakârlıklarını bu-
nunla muvazene edebilirsiniz. Şöyle ki:
Felsefenin şakirdi, kendi nefsi için kardeşinden kaçar,
onun aleyhinde dava açar. kur’ân’ın şakirdi ise, semavat
ve arzdaki umum salih ibâdı kendine kardeş telâkki ede-
rek, gayet samimî bir surette onlara dua eder ve saadet-
leriyle mes’ut oluyor ve ruhunda şedit bir alâkayı onlara
karşı hisseder. Hem, en büyük şey olan arş ve şemsi mu-
sahhar birer memur ve kendi gibi bir abd, bir mahlûk te-
lâkki eder.
abd:
kul.
abd-i aziz:
izzetli kul; Allah’tan
başkasına müracaat etmeyen ve
minnet duymayan kul.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aleyh:
karşı, karşıt.
arş:
uzay, gökyüzü.
arz:
yer, dünya.
azam:
en büyük.
cennet-i ebediye:
sonsuz ve dai-
mî olan cennet.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
fakir-i müstağni:
elindekiyle ye-
tinip kanaat eden ve ihtiyacını
başkasına bildirmeyen fakir.
fânî:
ölümlü, geçici.
Fâtır-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi ve benzeri olmayan şeyleri
yaratan Allah.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından incele-
yen ilim.
felsefe-i sakîme:
yanlış yoldaki
felsefe, sakat felsefe.
gaye-i maksat:
asıl gaye, istekle-
rin amacı.
gaye-i ubudiyet:
kulluğun gaye-
si.
gayet:
son derece.
hakikî:
gerçek.
halîm:
yumuşak huylu, uysal.
halîm-i âlihimmet:
üstün gayret-
li, yumuşak huylu ve ağırbaşlı.
hamiyetkâr:
hamiyetli, onur ve
haysiyet sahibi.
himmet:
manevî yardım, ihsan,
lütuf.
ibâd:
abdler, kullar.
iddihar:
biriktirme, toplama,
yığma.
istinat:
dayanma, güvenme.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
Z
ühre
| 248 | Mesnevî-i nuriye
yaratılmış olan.
Malik-i Kerîm:
bol ihsan ve
ikram sahibi olan, her şeyin
gerçek sahibi Allah.
menfaat:
fayda.
mes’ut:
saadetli, bahtlı, mut-
lu.
mükâfat:
iyi bir iş veya hiz-
metten dolayı verilen şey,
ödül.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren, istenilen hâle ko-
nulmuş.
muvazene:
mukayese,
karşılaştırma; ölçü, denge.
nefis:
kişinin kendisi, şahsı.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
saadet:
mutluluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.
salih:
dinin emir ve yasak-
larına uygun hareket eden,
takva sahibi, müttakî.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
şedit:
şiddetli.
selim:
temiz, samimî.
semavat:
semalar, gökler.
şems:
güneş.
seyyid:
efendi.
suret:
biçim, şekil, tarz.
telâkki:
anlama, kabul etme.
telâkki:
kabul etme, alma.
tenezzül:
kendine aykırı dü-
şen bir işi veya durumu kabul
etme, alçalma.
tezellül:
zillete katlanma,
aşağılanma.
tilmiz:
öğrenci, talebe.
umum:
bütün.
zaif-i kavi:
kuvvetli zayıf; za-
afında kuvvet bulunan.
zail:
sona eren, yok olan.
1...,238,239,240,241,242,243,244,245,246,247 249,250,251,252,253,254,255,256,257,258,...528
Powered by FlippingBook