razı olamaz. ondan başkasına teveccüh edemiyor. Masi-
vasına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî
ihtiyacı tatmin edemez. o şey ise, senin duygularının ve
lâtifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm’in emrine mutî olan
o sultanına itaat et, kurtul.
iKinCi nOTA
Hakikattar bir rüyada gördüm ki, insanlara diyordum:
“Ey insan! Kur’ân’ın desatirindendir ki, Cenab-ı Hak-
kın masivasından hiçbir şeyi ona taabbüt edecek bir de-
recede kendinden büyük zannetme. Hem, sen kendini
hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma.
Çünkü mahlûkat ma’budiyetten uzaklık noktasında mü-
savi oldukları gibi, mahlûkıyet nispetinde de birdirler.”
ÜÇÜnCÜ nOTA
ey gafil said! Bil ki: galat-ı his nev’inden, gayet mu-
vakkat dünyayı lâyemut ve daimî görüyorsun. etrafına ve
dünyaya baktığın zaman bir derece sabit ve müstemir
gördüğünden, fânî nefsini de o nazar ile sabit telâkki et-
tiğinden, yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyor-
sun. güya kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gi-
bi, yalnız ondan korkuyorsun.
Aklını başına al. sen ve hususî dünyan, daimî zeval ve
fenâ darbesine maruzsunuz. senin bu galat-ı hissin ve
mağlâtan şu misale benzer ki:
Bir adam, elinde olan âyinesini bir hane veya bir şeh-
re veya bir bahçeye karşı tutsa, misalî bir hane, bir şehir,
Mesnevî-i nuriye | 239 |
Z
ühre
mağlâta:
mugalâta, zihin karıştıra-
cak saçma söz, boş ve manasız
söz, karşısındakini yanıltmak için
söylenen boş lâkırdı.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah ta-
rafından yaratılanlar.
mahlûkıyet:
yaratılmışlık, ya-
ratılmış olma.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri
altında bulunma.
masiva:
Allah’tan başka bütün
varlıklar.
misal:
örnek.
misalî:
görüntü.
müsavi:
eşit.
müstemir:
değişmez, sabit, muh-
kem, sağlam, kavi, metin.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
muvakkat:
geçici.
nazar:
bakış.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nevi:
çeşit, tür.
nispet:
oran, ölçü.
nota:
dikkat çekici ve uyarıcı bil-
gi.
razı:
rıza gösteren, hoşnut olan.
sabit:
durağan, değişmeyen.
sabit:
durağan, değişmeyen.
taabbüt:
tapma, tapınma.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını
karşılama.
tekebbür:
kibirlenme, büyüklük
satma.
telâkki:
kabul etme, bir görüşle
bakma.
tenezzül:
kendine aykırı düşen bir
işi veya durumu kabul etme, al-
çalma.
teveccüh:
yönelme, sevgi, ilgi.
zeval:
sona erme, yok olma, öl-
me.
âyine:
ayna.
daimî:
sürekli, devamlı.
darbe:
vuruş, vurma, çarpma.
dehşet:
büyük
tehlike
karşısında korkma ve şaşırıp
kalma.
desatir:
düsturlar, kaideler.
fânî:
ölümlü, geçici.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir
maksada uygun ve hikmetle
benzersiz bir şekilde yaratan
Allah.
fenâ:
yok olma, ölümlülük,
geçicilik.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuş-
tan olan.
gafil:
gaflette bulunan, endi-
şesiz, nefsine uyarak Allah’ın
emirlerini unutan.
galat-ı his:
duyuştaki aldanış,
his yanılması.
gayet:
son derece.
güya:
sanki.
hakikattar:
hakikatli, gerçeği
olan.
hane:
ev.
hususî:
özel.
itaat:
söz dinleme, boyun eğ-
me, emre uygun hareket et-
me.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah
tarafından tayin edilen bir va-
kitte yıkılıp mahvolması.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
lâtife:
kalbe bağlı hassas bir
duygu.
lâyemut:
ölümsüz, sonu ol-
mayan, hayatı sona ermez.
ma’budiyet:
ma’bud oluş,
ma’budluk, ilâhlık; kendisine
ibadet edilmeye müstahak
oluş, ulûhiyet.