Mesnevi-i Nuriye - page 232

büyük ve çok semereli bir ağaç arasında fark yoktur. Bu
adem-i fark, vahdette sühuletle yüsr, kesrette suubetle
usrün bulunduğundan neş’et etmiştir. eğer kesrete isnat
edilirse, her bir semere, her bir çiçek, her bir yaprak, her
bir dal, tam ağacının vücuda gelmesine lâzım olan bütün
alât, cihazat, esbap vesaireye ihtiyaç gösterecektir. Çün-
kü, küll cüzde dâhildir; ona ne lâzımsa, buna da lâzımdır.
Mesele, bu iki şıktan hariç değildir: Biri vacip, diğeri
mümtenidir.
Hülâsa
: Bir hücrenin vücuda gelmesi, kendisine isnat
edilirse, kâinata muhit olan sıfatlar kendisinde lâzımdır.
esbaba isnat edilirse, âlemdeki bütün esbabın o hücrede
içtimaları lâzım gelir. Hâlbuki, sineğin iki eli sığmayan
bir hücre, iki ilâhın tasarrufuna mahal olabilir mi? Hâşâ!
Maahaza, hücreden tut, âleme kadar her bir şeyin bir
nevi vahdeti vardır. öyle ise, sâni de vahit olacaktır. Çün-
kü, vahit, ancak vahitten sudûr eder. Ve keza, bir habbe
şemsi ziyasıyla, rengiyle, tecelli suretiyle içine alabilir; fa-
kat, mastariyet itibarıyla, bir habbe iki habbeyi içine alıp
onlara mastar olamaz. Ve keza, vücud-i haricî vücud-i mi-
salîden daha sabit, daha muhkemdir. Vücud-i haricîden
bir nokta vücud-i misalîden bir dağı içine alabilir. keza-
lik, vücud-i vücubî daha kavi, daha rasih, daha sabittir,
belki de vücud-i hakikî, vücud-i haricî ondan ibarettir.
Binaenaleyh, ilm-i muhit-i ezelîde temessül eden
imkânî vücutlar, vücud-i vücubînin tecelliyat-ı nuriyeleri-
ne âyine ve ma’kestirler. öyle ise, ilm-i ezelî imkânî
adem-i fark:
farkın olmaması.
alât:
aletler, vasıtalar, aygıtlar.
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
âyine:
ayna.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cihazat:
cihazlar, azalar.
cüz:
parça.
dâhil:
girme, içinde olma.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
habbe:
tane.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hâşâ:
asla, kat’iyen, öyle değil, Al-
lah göstermesin.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, özeti.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
içtima:
toplanma, bir araya gel-
me.
ilâh:
kendisine ibadet edinilen ve
tapınılan şey.
ilm-i ezelî:
ezelî ilim, Cenab-ı Hak-
kın sonsuz ezelî ilmi.
ilm-i muhit-i ezelî:
başlangıcı ol-
mayan ve her şeyi kuşatan ilim;
Allah’ın ilmi.
Imkânî vücut:
maddî varlık âlemi-
ne çıkma imkânına sahip varlıklar.
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
kesret:
çokluk.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
küll:
bütün, bir şeyin tamamı.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
mahal:
yer.
ma’kes:
yanısma yeri, ayna.
mastar:
kaynak, bir şeyin çıktığı
yer.
mastariyet:
kaynaklık, ortaya çık-
ma.
mesele:
önemli konu.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
muhkem:
sağlam olan, eksiklik ve
noksanı olmayan.
mümteni:
imkânsız, olamaz.
h
aBBe
/Z
eYlü
Z
-Z
eYil
| 232 | Mesnevî-i nuriye
neş’et:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
nevi:
çeşit, tür.
rasih:
sağlam, temeli kuvvet-
li.
sabit:
kararlı, değişken olma-
yan, bozulmayan.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
semere:
meyve, yemiş.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sudûr:
sâdır olma, meydana
çıkma, olma.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
suubet:
güçlük, zorluk.
sühulet:
kolaylık.
şems:
güneş.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istediği
gibi kullanma.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tecelliyat-ı nuriye:
parlak gö-
rüntüler.
temessül:
bir şekil ve surete
girme, cisimlenme.
usür:
sıkıntı.
vacip:
zorunlu.
vahdet:
birlik ve teklik.
vahit:
yalnız, tek, bir.
vesaire:
ve başkaları, bunun
gibileri.
vücud-i hakikî:
gerçek vücut.
vücud-i haricî:
haricî vücut,
varlığı ortaya çıkan, dışarıda
varlığı bilinen, nesnel.
vücud-i misalî:
görüntüden
oluşan varlık, yansıma ile olu-
şan varlık.
vücud-i vücubî:
zorunlu olan,
gerekli olan varlık.
vücut:
beden, varlık.
yüsr:
kolaylık, rahat.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
1...,222,223,224,225,226,227,228,229,230,231 233,234,235,236,237,238,239,240,241,242,...528
Powered by FlippingBook