Mesnevi-i Nuriye - page 238

Bu Notalar ve Arabî risaleler, Yeni Said’in, en evvel, haki-
kat ilminden –bir derece şuhut suretinde gördüğü için– tağyir
edilmeden mealleri yazıldı. Onun için, bazı cümleler sair Söz-
lerde zikredilmekle beraber, burada da zikrediliyor. Ve bir
kısmı, gayet mücmel olmakla beraber, izah edilmiyor; tâ leta-
fet-i asliyesini kaybetmesin.
Said Nursî
BirinCi nOTA
kendi nefsime hitaben demiştim: ey gafil said! Bil ki,
şu âlemin fenâsından sonra sana refakat etmeyen ve
dünyanın harabıyla senden müfarakat eden bir şeye kal-
bini bağlamak sana lâyık değildir. Hususan senin asrının
inkırazıyla seni terk edip arka çeviren ve bahusus berzah
seferinde arkadaşlık etmeyen ve hususan seni kabir ka-
pısına kadar teşyi etmeyen, hususan bir iki sene zarfın-
da ebedî bir firak ile senden ayrılıp günahını senin boy-
nuna takan, hususan senin rağmına olarak husulü anın-
da seni terk eden fânî şeylerle kalbini bağlamak kâr-ı akıl
değildir.
eğer aklın varsa, uhrevî inkılâbatında, berzahî etvarın-
da ve dünyevî inkılâbatının müsadematı altında ezilen,
bozulan ve ebedî seferde sana arkadaşlığa muktedir ol-
mayan işleri bırak, ehemmiyet verme, onların zevalin-
den kederlenme.
sen kendi mahiyetine bak ki: senin lâtifelerin içinde
öyle bir lâtife var ki, ebedden ve ebedî zat’tan başkasına
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
Arabî:
Arabcaya ait, Arap dili ile il-
gili.
asır:
yüzyıl.
bahusus:
hususiyetle, en çok, he-
le.
berzah:
ruhların kıyamete kadar
bekleyeceği, dünya ile ahiret
arasındaki yer.
berzahî:
kabir hayatıyla ilgili, ber-
zah âlemi ile ilgili.
dünyevî:
dünyaya ait.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ebedî Zat:
sonu olmayan, daimî,
sürekli, azamet ve ululuk sahibi
olan Allah.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
etvar:
hâl ve hareketler, işler,
tarzlar, tavırlar.
evvel:
önce.
fânî:
ölümlü, geçici.
fenâ:
yok olma, ölümlülük, geçici-
lik.
firak:
ayrılık, hicran.
gafil:
gaflette bulunan, endişesiz,
nefsine uyarak Allah’ın emirlerini
unutan.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, doğruluk; görü-
len bir şeyin aslı, esası.
hitaben:
hitap ederek, söyleye-
rek.
husul:
olma, meydana gelme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
inkılâbat:
inkılâplar, değişmeler.
inkıraz:
sönme, yok olma, tüken-
me; bir şeyin kökünün kazınması.
Z
ühre
| 238 | Mesnevî-i nuriye
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kâr-ı akıl:
aklın kabul edece-
ği iş, akıllıca iş, akıl işi, akla uy-
gun.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
lâtife:
kalbe bağlı hassas bir
duygu.
lâyık:
yakışan, yaraşır, yakışır.
letafet-i asliye:
aslî güzellik-
ler, nezaketler, aslî tatlılık.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
meal:
mana, anlam, mefhum.
mücmel:
öz olarak anlatılmış,
kısa ve az sözle ifade edilmiş,
öz, özet.
müfarakat:
uzaklaşma,
ayrılık.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
müsademat:
müsademeler,
çarpışmalar, vuruşmalar.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
nota:
dikkat çekici ve uyarıcı
bilgi.
rağmına:
ona
rağmen,
inadına, zıddına.
refakat:
refiklik arkadaşlık.
sair:
diğer, başka, öteki.
şuhut:
gözle görme, müşahe-
de.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tağyir:
başkalaştırma, değiş-
tirme.
teşyi:
uğurlama, gideni selâ-
metle yolcu etme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
zarfında:
süresince.
zeval:
sona erme, yok olma,
ölme.
zikretmek:
anmak, bildirmek.
1...,228,229,230,231,232,233,234,235,236,237 239,240,241,242,243,244,245,246,247,248,...528
Powered by FlippingBook