cüz’ünden onun dest-i ihtiyârına verilen ve daire-i iktida-
rına giren, yalnız meşkûk tek bir cüzdür. Böyle en zahir
fiilin yüz cüz’ünden bir cüz’üne malik olmayan, nasıl
“kendine maliktir” denilir?
Böyle en eşref ve ihtiyârı en geniş, bu derece hakikî
tasarruftan ve temellükten eli bağlanmış bulunsa, “sair
hayvanat ve cemadat kendine maliktir” diyen, hayvan-
dan daha ziyade hayvan ve cemadattan daha ziyade ca-
mit ve şuursuz olduğunu ispat eder.
seni bu hataya atıp vartaya düşüren, bir gözlü dehan-
dır, yani harika, menhus zekândır. o kör dehan ile, her
şeyin hâlıkı olan rabbini unuttun, mevhum bir tabiata is-
nat ettin, âsârını esbaba verdin, o hâlıkın malını batıl
ma’bud olan tağutlara taksim ettin. Şu noktada ve o de-
han nazarında, her zîhayat, her bir insan, tek başıyla
hadsiz a’dâya karşı mukavemet etmek ve nihayetsiz ha-
catın tahsiline çabalamak lâzım geliyor; ve zerre gibi bir
iktidar, ince tel gibi bir ihtiyâr, zail lem’a gibi bir şuur, ça-
buk söner şule gibi bir hayat, çabuk geçer dakika gibi bir
ömür ile o hadsiz a’dâya ve hacata karşı dayanmaya
mecbur oluyor. Hâlbuki, o bîçare zîhayatın sermayesi,
binler matlûplarından birisine kâfi gelmiyor. Musibete gi-
riftar olduğu zaman, sağır, kör esbaptan başka derdine
derman beklemiyor,
(1)
m
?n
Ón
°V ?/
a s
’p
G n
øj/
ôp
aÉn
µ`r
dG o
A B É n
Yo
O Én
en
h
sır-
rına mazhar oluyor.
a’dâ:
düşmanlar.
âsâr:
eserler.
batıl:
boş ve manasız olan, gerçe-
ğe uymayan, doğru ve haklı olma-
yan.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
camit:
ruhsuz, cansız.
cemadat:
cansız varlıklar.
cüz:
parça.
daire-i iktidar:
güç, kuvvet daire-
si.
deha:
çok akıllılık, zekiliğin ve an-
layışlılığın son derecesi.
derman:
ilâç, çare.
dest-i ihtiyar:
irade eli, güç, kud-
ret, kuvvet eli.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
eşref:
en şerefli, daha şerefli, en
iyi, en güzel.
fiil:
iş, hareket.
giriftar:
tutkun, düşkün, müptelâ.
hacat:
hacetler, ihtiyaçlar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikî:
gerçek.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
harika:
olağanüstü.
hayvanat:
hayvanlar.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularına göre hareket etme.
iktidar:
güç yetme, bir işi gerçek-
leştirmek için gereken kuvvet.
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
kâfi:
yeter, elverir.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
lem’a:
parıltı.
ma’bud:
kendisine ibadet olunan,
tapınılan, kulluk edilen.
malik:
sahip.
matlûp:
talep edilen, istenilen
şey.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
mecbur:
zorunlu olma, zorunda
kalma.
menhus:
uğursuz, kötü, meş’um.
meşkûk:
şüpheli, şüphe edilen.
mevhum:
hakikatte olmayan, ve-
him ve hayal ürünü olan.
mukavemet:
karşı koyma,
dayanma, direnme.
musibet:
felâket, belâ.
nazar:
bakış.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden Allah.
ra’d:
Kur’ân-ı Kerîm’in 13. su-
resi. Medine’de nazil olmuştur.
43 ayettir.
sair:
diğer, başka, öteki.
sır:
gizli hakikat.
şule:
parıltı, ışıltı; alev, ateş.
şuur:
bilinç; bir şeyin incelik-
lerini iyice idrak etme, anlayış.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
tabiat:
var olan her şeyin ya-
ratılış ve yaşayış kurallarının
tümü.
tağut:
insanları Allah’a karşı
isyana sevk eden , isyankâr;
her batıl ma’bud, şeytan.
tahsil:
alma, kazanma.
taksim:
bölme, paylaştırma.
tasarruf:
idare etme, kullan-
ma.
temellük:
sahiplenme, kendi-
ne mal etme.
varta:
tehlike, büyük tehlike.
zahir:
açık, görünür.
zail:
sona eren, yok olan.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Kâfirlerin duası boşa gitmekten başka bir şeye yaramaz. (Ra’d Suresi: 14.)
Z
ühre
| 246 | Mesnevî-i nuriye