Mesnevi-i Nuriye - page 245

saadetine giden bu ikinci yoldan gider. ne geçmiş şey-
den mahzun ve ne de gelecek şeyden havf eder.
ey ikinci, bozuk Avrupa! senin çürük ve esassız esas-
larının bir kısmı şunlardır ki: “en büyük melekten en kü-
çük semeğe kadar her bir zîhayat kendi nefsine maliktir
ve kendi zatı için çalışır ve kendi lezzeti için çabalar.
onun bir hakk-ı hayatı var. gaye-i himmeti ve hedef-i
maksadı yaşamak ve bekasını temin etmektir” diyorsun.
Ve Hâlık-ı kerîm’in kerem düsturlarından ve erkân-ı kâi-
natta kemal-i itaatle imtisal edilen düstur-i teavünle, ne-
batat hayvanatın imdadına ve hayvanat insanların yardı-
mına koşmasından tezahür eden o umumî kanunun ra-
hîmâne, kerîmâne cilvelerini cidal zannedip, “Hayat bir
cidaldir” diye, ahmakane hükmetmişsin.
Acaba, o düstur-i teavünün cilvesinden olan, zerrat-ı
taamiyenin kemal-i şevk ile beden hücrelerinin gıdalan-
dırılması için koşmaları nasıl cidaldir? nasıl bir çarpış-
maktır? Belki o imdat ve koşmak, kerîm bir rabbin em-
riyle bir teavündür.
Hem çürük bir esasın: “Her şey kendi nefsine malik-
tir” diyorsun.
Hiç bir şey kendi nefsine malik olmadığına kat’î bir
delil şudur ki:
esbabın içinde en eşrefi ve ihtiyâr noktasında en ge-
niş iradelisi insandır. Hâlbuki bu insanın düşünmek, söy-
lemek ve yemek gibi en zahir ef’al-i ihtiyâriyesinden yüz
Mesnevî-i nuriye | 245 |
Z
ühre
düde mahal bırakmayan.
kemal-i itaat:
itaatin kusursuzlu-
ğu, tam ve mükemmel itaat.
kemal-i şevk:
tam ve kusursuz
bir istek.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan,
bağış.
kerîm:
ihsan ve ikramı bol olan
Allah.
kerîmâne:
kerîmce, cömertçe, bol
ihsan ve ikram ile.
mahzun:
hüzünlü, kederli, kaygılı,
dertli, üzüntülü.
malik:
sahip.
nebatat:
bitkiler.
nefis:
kişinin kendisi, şahsı.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
rahîmâne:
rahîm olarak, merha-
met ederek, merhametli olarak.
saadet:
mutluluk.
semek:
balık.
teavün:
yardımlaşma, birbirine
yardım etme.
temin:
sağlama.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
umumî:
genel.
zahir:
açık, görünür.
zat:
kendi.
zerrat-ı taamiye:
yiyecek zerre-
leri, yemek tanecikleri.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
ahmakane:
ahmakçasına,
akılsızca.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
cidal:
muharebe, cenk, kavga,
çarpışma, savaş.
cilve:
tecelli, görüntü.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
düstur:
kaide, esas, prensip.
düstur-i teavün:
yardımlaş-
ma kanunu.
ef’al-i ihtiyariye:
kişinin ken-
di isteğiyle yaptığı işler, kişinin
kendi ihtiyarî fiilleri.
erkân-ı kâinat:
âlemin esas-
ları, kâinatın direkleri.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
eşref:
en şerefli, daha şerefli,
en iyi, en güzel.
gaye-i himmet:
gayret ve ça-
banın gayesi, çalışmanın
amacı.
hakk-ı hayat:
yaşama hakkı.
Hâlık-ı Kerîm:
her şeyi bol ik-
ram ile yaratan, cömert ve ih-
sanı bol olan yaratıcı, Allah.
havf:
korku, korkma.
hayvanat:
hayvanlar.
hedef-i maksat:
asıl varılmak
istenen hedef.
hükmetme:
karar vermek,
inanca varmak.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi is-
tek ve arzularına göre hareket
etme.
imdat:
yardım.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
kanun:
yasa.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
1...,235,236,237,238,239,240,241,242,243,244 246,247,248,249,250,251,252,253,254,255,...528
Powered by FlippingBook