zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlen-
miş, onun için fakr-ı hâle düşüyorlar. Çünkü mü’minde
hırs sebeb-i hasarettir ve sefalettir.
(1)
l
ô°p
SÉn
N l
Öp
FBÉ n
N ¢o
üj/
ôn
ër
dn
G
durub-i emsal hükmüne geçmiştir.
evet, insanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbap çok-
tur. Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havâssı ve duygu-
ları ve şeytanı ve dünyanın sûrî tatlılığı ve senin gibi kö-
tü arkadaşları gibi çok dâîleri var. Hâlbuki bâkî olan ahi-
rete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır. eğer
sende zerre miktar bu bîçare millete karşı hamiyet varsa
ve ulüvv-i himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, ha-
yat-ı bâkiyeye yardım eden azlara imdat etmek lâzım ge-
lir. Yoksa, o az dâîleri susturup çoklara yardım etsen,
şeytana arkadaş olursun.
Âyâ zanneder misin bu milletin fakr-ı hâli dinden ge-
len bir züht ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten
neş’et ediyor? Bu zanda hata ediyorsun. Acaba, görmü-
yor musun ki, Çin ve Hint’teki Mecusî ve Berahime ve
Afrika’daki zenciler gibi, Avrupa’nın tasallutu altına gi-
ren milletler bizden daha fakirdirler. Hem görmüyor mu-
sun ki, zarurî kuttan ziyade Müslümanların elinde bırakıl-
mıyor. Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları,
desiseleriyle ya çalar veya gasp ediyor.
sizin cebren böyle ehl-i imanı mim’siz medeniyete
sevk etmekteki maksadınız, eğer memlekette asayiş ve
emniyeti temin ve kolayca idare etmek ise, kat’iyen bili-
niz ki, hata ediyorsunuz, yanlış yola sevk ediyorsunuz.
Mesnevî-i nuriye | 255 |
Z
ühre
heva:
istek, arzu, nefse ait olan
şeylere düşkünlük, nefsin zararlı
ve günah olan arzuları.
hırs:
açgözlülük, kanaatsizlik.
hükmüne:
yerine, değerine.
imdat:
yardım.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin ola-
rak, kesinlikle.
kut:
yiyecek, rızık.
maksat:
gaye.
Mecusî:
ateşe tapan, Zerdüşt dini-
ni benimseyen, bu dinle ilgili olan,
Zerdüştî.
mü’min:
iman eden, inanan.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
sebeb-i hasaret:
hasara, zarara,
ziyana uğrama nedeni.
sefalet:
maddî ve manevî yoksul-
luk sonucu meydana gelen düş-
künlük.
sevk:
önüne katıp sürme.
sûrî:
görünüşte olan, gösterişte,
şeklî.
tasallut:
birini rahatsız etme, mu-
sallat olma, hükmü altına alma.
terk-i dünya:
dünyayı terk etme,
dünya ile ilgilenmeme, dünyadan
vazgeçip bir köşeye çekilme.
ulüvv-i himmet:
himmetin yük-
sekliği; yüksek himmetlilik, yük-
sek gayretlilik.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zarurî:
zorunlu.
zerre:
pek ufak parça.
ziyade:
çok, fazla.
züht:
dünya sevgisinden, madde
hırsından, her türlü dünya serve-
tinden uzak kalma, ahiret saade-
tini kazanmak için vaktini ibadet-
le geçirme.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hâkimiyetin sağlanması.
âyâ:
kabiliyetsiz, kudretsiz.
şaşkınlık ve sorma ile karışık,
“Acaba mümkün mü?” ma-
nasında, şüphe ve tereddüt
bildiren ünlem edatı.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
Berahime:
Hint ve Mecusîlerin
ruhanî reisleri, başkanları,
Brehmenler.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cebren:
cebirle, zorla, kuvvet
kullanarak, mecburî.
dâî:
davet eden, çağıran.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
durub-i emsal:
meşhur sözler,
darbımeseller, ata sözleri.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fakr-ı hâl:
fakirlik, yoksulluk.
gasp:
zorla alma, zaptetme, el
koyma.
hamiyet:
insanda bulunan
din, millet, bayrak, vatan gibi
mukaddes değerler ile kendi
aile ve yakınlarını koruma
duygusu ve gayreti.
havâs:
hasseler, duyular.
hayat-ı bâkiye:
bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
1.
Hırs gösteren kişi, umduğunu bulamaz ve zarara uğrar.