Mesnevi-i Nuriye - page 250

ey insan! senin elinde bulunan nefis ve malın senin
mülkün değil, belki sana emanettir. o emanetin maliki
her şeye kadîr, her şeyi bilir bir rahîm-i kerîm’dir. o, se-
nin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor; tâ se-
nin için muhafaza etsin, zayi olmasın. İleride mühim bir
fiyat sana verecek. sen muvazzaf ve memur bir askersin.
onun namıyla çalış ve hesabıyla amel et. odur ki, muh-
taç olduğun şeyleri sana rızık olarak gönderiyor ve senin
takatin yetmediği şeylerden seni muhafaza eder. senin
şu hayatının gayesi, neticesi, o Malik’in esmasına ve şu-
unatına bir mazhariyettir. sana bir musibet geldiği vakit
de:
(1)
n
¿ƒo
©p
LGn
Q p
¬r
«n
dp
G BÉ`s
fp
Gn
h ! És
fp
G
. Yani, “Ben Malik’imin hiz-
metindeyim. ey musibet! eğer onun izin ve rızasıyla gel-
din ise, merhaba, safa geldin. Çünkü, elbette bir vakit
ona döneceğiz ve onun huzuruna gideceğiz ve ona müş-
takız. Madem her hâlde bir zaman bizi hayatın tekâlifin-
den azat edecektir; haydi ey musibet, o terhis ve o azat
etmek senin elinle olsun, razıyım! eğer benim emanet
muhafazasında ve vazifeperverliğimi tecrübe suretinde sa-
na emir ve irade etmiş, fakat sana teslim olmaklığıma izin
ve rızası olmazsa, benim takatim yettikçe, emin olmaya-
na, Malik’imin emanetini teslim etmem” der.
İşte, binden bir numune olarak, deha-i felsefînin ve
hüda-i kur’ânînin verdikleri derslerin derecelerine bak.
evet, iki tarafın hakikat-i hâli, sabıkan beyan edilen
tarz ile gidiyor. Fakat hidayet ve dalâlette insanların de-
receleri mütefavittir; gafletin mertebeleri de muhteliftir.
amel:
iş, uygulama, yapma.
azat:
serbest bırakma, hür olma.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
dalâlet:
Hak ve hakikatten sap-
ma, doğru yoldan ayrılma, azma.
deha-i felsefî:
felsefî kuvvet, fel-
sefeyle ilgili deha.
emin:
güvenilir, emniyet sahibi.
esma:
adlar, isimler.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzu-
larına dalmak.
hakikat-i hâl:
durumun gerçek
yönü, işin aslı.
hidayet:
doğru olan, hak olan.
hüda-i Kur’ânî:
Kur’ân’ın göster-
diği doğru yol.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
kadîr:
kudret sahibi olan ve her
şeye gücü yeten Allah.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
malik:
sahip.
mazhariyet:
görünme ve tezahür
yeri olma; nail olma, şereflenme.
mertebe:
derece, basamak.
muhafaza:
koruma.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
musibet:
felâket, belâ.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
mütefavit:
birbirinden farklı,
çeşitli olan.
muvazzaf:
vazifelendirilmiş,
kendisine görev verilmiş, vazi-
feli.
nam:
ad.
nefis:
kötülüğe sevk eden
duygu, insanın kendi benliği.
numune:
örnek.
rahîm-i Kerîm:
ikramı bol
olan ve kullarına çok çok mer-
hamet eden Allah.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
rızık:
yiyecek, içecek şey,
azık.
sabıkan:
evvelce, bundan ön-
ce.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şuunat:
şuunlar, keyfiyetler,
hâller; işler.
takat:
bir şeyi yapabilme, ba-
şarabilme gücü, güç, kuvvet,
derman.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tekâlif:
teklifler, vazifeler, so-
rumluluklar.
terhis:
izin verme, serbest
bırakma, salıverme.
vazifeperver:
vazife sever,
çalışmayı seven, vazifesini se-
vip ona bağlı olan.
zayi:
elden çıkmış, zarar, zi-
yan.
1.
Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz. (Bakara Suresi: 156.)
Z
ühre
| 250 | Mesnevî-i nuriye
1...,240,241,242,243,244,245,246,247,248,249 251,252,253,254,255,256,257,258,259,260,...528
Powered by FlippingBook