Mesnevi-i Nuriye - page 244

her tarafta bulunuyor, geziyorlar. Ara sıra o sultanın em-
riyle o askerlerin bir kısmını terhis ediyorlar. silâhlarını,
atlarını ve mirî levazımatlarını alıyorlar, onlara izin tezke-
resini veriyorlar. o terhis olunan neferler, çendan ünsi-
yet ettikleri at ve silâhların teslim alınmasından zahiren
mahzun oluyorlar; fakat, hakikat noktasında, terhisle
müferrah olup, sultanın ziyaretine ve padişahın payitah-
tına dönmesi ve padişahı ziyaret etmesi cihetinde gayet
memnun oluyorlar.
Bazen terhis memurları acemi bir nefere rast geliyor-
lar. nefer onları tanımıyor. “silâhını teslim et” diyorlar.
nefer diyor: “Ben padişahın askeriyim. onun hizmetin-
deyim. sonra onun yanına gideceğim. siz neci oluyorsu-
nuz? eğer onun izin ve rızasıyla gelmişseniz, göz ve baş
üstüne geldiniz. emrini gösteriniz, yoksa çekiliniz, ben-
den uzak olunuz. Ben tek başımla kalsam, sizler binler
dahi olsanız, yine sizinle dövüşeceğim. kendi nefsim için
değil; çünkü nefsim benim değil, benim sultanımındır.
Belki bendeki nefsim ve silâhım, malikimin emanetidir.
emaneti muhafaza ve sultanımın haysiyetini himaye ve
izzetini vikaye için size baş eğmeyeceğim!”
İşte, o ikinci yoldaki medar-ı sürur ve saadet olan bin-
ler ahvalden bu hâl bir numunedir. sair ahvali sen kıyas
et. Bütün o ikinci yolun seferinde, tevellüdat namında se-
vinç ve şenlikle bir tahşidat ve sevkiyat-ı askeriye var; ve
vefiyat namında sürur ve mızıka ile terhisat-ı askeriye gö-
rünüyor. İşte, kur’ân-ı Hakîm beşere bu yolu hediye et-
miştir. Bu hediyeyi kim tam kabul etse, böyle iki cihanın
ahval:
hâller, durumlar.
beşer:
insan, insanlık.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
cihet:
yön.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, görülen bir şeyin
aslı esası.
hâl:
durum, vaziyet.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
izzet:
şeref, yücelik; kuvvet, kud-
ret, üstünlük.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi baş-
Z
ühre
| 244 | Mesnevî-i nuriye
ka bir şeye benzeterek hü-
küm verme.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
levazımat:
lüzumlu maddeler,
ihtiyaç maddeleri.
mahzun:
hüzünlü, kederli,
kaygılı, dertli, üzüntülü.
malik:
sahip.
medar-ı sürur:
sevinç ve ne-
şe vesilesi, sebebi.
mirî:
devlet hazinesi.
müferrah:
feraha kavuşmuş,
gönül huzuruna kavuşmuş,
rahata ermiş.
muhafaza:
koruma.
nam:
ad.
nefer:
asker, er.
nefis:
hayat, ruh, can.
numune:
örnek.
payitaht:
taht şehri, hüküm-
darın oturduğu şehir, hükü-
met merkezi.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
saadet:
mutluluk.
sair:
diğer, başka, öteki.
sevkiyat-ı askeriye:
asker
sevkiyatı.
sultan:
padişah, hükümdar.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tahşidat:
yığmalar, biriktirme-
ler, toplamalar.
terhis:
izin verme, serbest
bırakma.
terhisat-ı askeriye:
askerlik-
ten terhis etmeler.
tevellüdat:
tevellütler, do-
ğumlar.
tezkere:
belge, pusula.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk.
vefiyat:
ölümler, vefatlar.
vikaye:
koruma, sahip çıkma.
zahiren:
görünüşte.
1...,234,235,236,237,238,239,240,241,242,243 245,246,247,248,249,250,251,252,253,254,...528
Powered by FlippingBook