bir kemal, bir güzellik, bir intizam isterler, arıyorlar. o
vazife-i fıtriyelerinin imtisalinde, nurü’l-envar’ın isimleri-
ne birer ma’kes, birer âyine hükmüne geçtiğinden tenev-
vür eder, terakki eder.
Meselâ, nasıl bir katre su, bir zerrecik cam parçası, za-
tında ziyasız, ehemmiyetsiz iken, safî kalbiyle güneşe yü-
zünü çevirse, o vakit o ehemmiyetsiz, ziyasız katre ve
cam parçası, güneşin bir nevi arşı olup senin yüzüne de
tebessüm eder. İşte bu misal gibi, zerrat ve mevcudat,
cemal-i mutlak ve kemal-i mutlak sahibi olan zat-ı zülce-
lâl’in isimlerine vazifeperverlik cihetinde âyine olmalarıy-
la, o katre ve zerrecik şişe gibi gayet aşağı bir dereceden
gayet yüksek bir derece-i zuhura ve tenevvüre çıkıyorlar.
Madem vazife cihetinde gayet nuranî ve yüksek bir ma-
kam alıyorlar; lezzet mümkün ve kabil ise, yani hayat-ı
ammeden hissedar iseler, “gayet lezzetle o vazifeleri gö-
rüyorlar” denilebilir.
Vazifede lezzet bulunduğuna en zahir bir delil: sen
kendi aza ve duygularının hizmetlerine bak. Her biri, be-
ka-i şahsî, beka-i nev’î için ettikleri hizmetlerinde ayrı ay-
rı lezzetleri var. nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmü-
ne geçiyor. Hatta hizmeti terk etmek o uzvun bir nevi
azabıdır.
Hem en zahir bir delil dahi, horoz ve yavrulu tavuk gi-
bi hayvanatın vazifelerinde gösterdikleri fedakârâne ve
merdane vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu hâlde ta-
vukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır;
Mesnevî-i nuriye | 257 |
Z
ühre
meselâ:
örneğin.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
misal:
örnek.
nefis:
kendi, şahıs.
nefs-i hizmet:
hizmetin kendisi,
hizmet etme fiili.
nevi:
çeşit, tür.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
nurü’l-envar:
tüm aydınlık ve
ışıkların kaynağı, nuru olan Allah.
rızık:
Allah’ın lütuf ve ihsan ettiği
nimetler.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
tebessüm:
gülümseme.
telezzüz:
lezzet, tat alma, hoşlan-
ma, hoşa gitme.
tenevvür:
nurlanma, parlama,
aydınlanma.
terakki:
yükselme, ilerleme.
uzuv:
bir canlıyı meydana getiren
parçacıklardan her biri, organ.
vazife:
görev.
vazife-i fıtriye:
fıtrî vazife, ya-
ratılışa ait vazife.
vazifeperver:
vazife sever,
çalışmayı seven, vazifesini sevip
ona bağlı olan.
vaziyet:
durum.
zahir:
açık, aşikâr.
zat:
kendi, asıl, öz.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
ve haşmet sahibi olan zat, Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
arş:
göğün en yüksek katı.
âyine:
ayna.
aza:
organlar, uzuvlar.
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şid-
detli acı.
beka-i nev’î:
bir canlı türün,
bir cinsin devamlılığı.
beka-i şahsî:
bir şahsın de-
vamlılığı, bekası.
cemal-i mutlak:
sonsuz ve
kusursuz güzellik.
cihet:
yön.
delil:
kanıt.
derece-i zuhur:
ortaya çıkma
derecesi, görünme, meydana
çıkma derecesi, mertebesi.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
fedakârâne:
fedakârca, feda-
kârlıkla.
gayet:
son derece.
hayat-ı amme:
umumun ha-
yatı, umuma ait olan ve her-
kesin paylaştığı yaşam tarzı.
hayvanat:
hayvanlar.
hissedar:
hisse sahibi, hissesi
olan.
hükmüne:
yerine, değerine.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
kabil:
mümkün, ihtimal daire-
sinde.
katre:
damla.
kemal:
olgunluk, mükemmel-
lik, kusursuz, tam ve eksiksiz
olma.
kemal-i mutlak:
her yönüyle
mükemmel olan.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
makam:
büyük yer, mevki.
ma’kes:
ayna.
merdane:
mertçesine.