yemez, onlara yedirir. Ve bir şevk ve iftihar ve telezzüz
ile o vazifeyi gördüğü görünür. demek o hizmette, ye-
mekten fazla bir lezzet alır. Hem küçük yavrularına ço-
banlık eden tavuk dahi, yavrularının hatırı için ruhunu fe-
da eder, ite atılır. kendini aç bırakıp onları doyurur. de-
mek o hizmette öyle bir lezzet alır ki, açlık acısına ve öl-
mek elemine tereccüh eder, ziyade gelir.
Hayvanî valideler, yavrularını, küçük iken vazifeleri
bulunduğundan, lezzetle himayeye çalışır. Büyük olduk-
tan sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Bazen yavrusu-
nu döver, elinden daneyi alır. Yalnız, insan nev’indeki
validelerin vazifeleri bir derece devam eder. Çünkü in-
sanlarda, zaaf ve acz itibarıyla, daima bir nevi çocukluk
var; her vakit de şefkate muhtaçtır.
İşte umum hayvanatın, horoz gibi çobanlık eden er-
keklerine ve tavuk gibi validelerine bak, anla ki, bunlar
kendi hesabına ve kendileri namına, kendi kemalleri için
o vazifeyi görmüyorlar. Çünkü hayatını, vazifede lâzım
gelse feda ediyorlar. Belki vazifeleri, onları o vazife ile
tavzif eden ve o vazife içinde rahmetiyle bir lezzet derç
eden Mün’im-i kerîm’in hesabına ve Fâtır-ı zülcelâl’in
namına görüyorlar.
Hem nefs-i hizmette ücret bulunduğuna bir delil de şu-
dur: nebatat ve eşcar, bir şevk-i lezzeti ihsas eden bir ta-
vırla Fâtır-ı zülcelâl’in emirlerini imtisal ediyorlar. Çünkü,
dağıttığı güzel kokular ve müşterilerin nazarını celp ede-
cek ziynetlerle süslenmeleri ve sümbülleri ve meyveleri
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
derç:
sokma, içine alma.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
eşcar:
ağaçlar.
Fâtır-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi ve benzeri olmayan şeyleri
yaratan Allah (c.c.).
feda:
uğruna verme.
Z
ühre
| 258 | Mesnevî-i nuriye
hayvanat:
hayvanlar.
hayvanî:
hayvanla ilgili, hay-
vana ait.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
iftihar:
gurur, övünme.
ihsas:
hissettirme, sezdirme.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
kemal:
olgunluk, mükemmel-
lik, kusursuz, tam ve eksiksiz
olma.
Mün’im-i Kerîm:
kerem sahi-
bi nimet veren, yedirip içiren,
nimetlerin hakikî sahibi olan
Cenab-ı Hak.
nam:
ad.
nazar:
bakış, dikkat.
nebatat:
bitkiler.
nefs-i hizmet:
hizmetin tâ
kendisi.
nevi:
çeşit, tür.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
ruh:
can.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
şevk-i lezzet:
tat alma coşku-
su, heyecanı, isteği.
tavzif:
vazifelendirme, görev-
lendirme.
telezzüz:
lezzet, tad alma,
hoşlanma, hoşa gitme.
tereccüh:
üstünlük, üstün gel-
me.
umum:
bütün.
valide:
ana, anne.
vazife:
görev.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
ziyade:
çok, fazla.
ziynet:
süs.