vücutlara âyine olduğu gibi, imkânî vücutlar da vücud-i
vücubîye âyinedir. sonra, o imkânî vücutlar, ilm-i ezelî-
den vücud-i haricîye intikal etmişlerse de, vücud-i hakikî
mertebesine vâsıl olmamışlardır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
kevn ve vücut sahasında durup, ahval-i âleme dikkat
eden adam hadsî bir sür’atle anlar ki, tesir ve faaliyet lâ-
tif, nuranî, mücerret olan şeylerin şe’ni olduğu gibi, infi-
al, kabiliyet, teessür de maddî, kesif, cismanî şeylerin
hassasıdır. evet, misal olarak semadaki nur ile yerdeki şu
kocaman dağa bak: o nur, semada iken ziyasıyla yerde
iş görür, faaliyettedir. o dağ ise, azametiyle beraber fa-
aliyetsiz yerinde oturuyor; ne bir tesiri var ve ne de bir
fiili var.
Ve keza, eşya arasında vukua gelen fiillerden anlaşılı-
yor ki, hangi bir şey lâtif, nuranî ise, sebep ve fail olma-
ya kesb-i liyakat eder; kesafeti nispetinde de infial ve
müsebbebiyet mertebesine yaklaşıyor. Bundan anlaşılı-
yor ki, esbab-ı zahiriyenin hâlıkıyla, müsebbebatın muci-
di, ancak ve ancak nurü’l-envar, sâni-i ezelî’dir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
tefekkür, gafleti izale eder; dikkat, teemmül, evham
zulümatını dağıtıyor. lâkin, nefsinde, bâtınında, hususî
ahvalinde tefekkür ettiğin zaman, derinden derine taf-
silât ile tetkikat yap. Fakat, afakî, haricî, umumî ahvalâ-
ta teemmül ettiğin vakit, sathî, icmalî düşün, tafsilâta
Mesnevî-i nuriye | 233 |
h
aBBe
/Z
eYlü
’
Z
-Z
eYil
kesafet:
kalınlık, yoğunluk, kesif-
lik, koyuluk, sıklık.
kesb-i liyakat:
layık olma, ehliyet
kazanma.
kesif:
kaba, yoğun, şeffaf olma-
yan.
kevn:
olma, oluş.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lâtif:
cismanî olmayan, ruhla ilgili,
ruhanî.
maddî:
madde ile alâkalı, cismanî.
mertebe:
derece, basamak.
misal:
örnek.
mucit:
yaratan, yoktan var eden.
mücerret:
soyutlanmış olan, cisim
hâlinde bulunmayan.
müsebbebat:
bir sebeple olanlar,
sebeple meydana çıkanlar, neti-
celer.
müsebbebiyet:
kendini doğuran
sebepleri gösteren sonuç oluş.
nefis:
kişinin kendisi, şahsı.
nispet:
oran, ölçü.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
nurü’l-envar:
her türlü ışığın ger-
çek kaynağı hükmündeki ışık olan
Allah.
sâni-i ezelî:
başlangıcı olmayan,
zaman, mekânla kayıtlı olmayan
ve her şeyi sanatlı yaratan yaratı-
cı, Allah.
sathî:
yüzeysel, derine inmeyen,
üstün körü.
sema:
gökyüzü, gök.
sür’at:
çabuk olma, hızlılık.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar, izah-
lar.
teemmül:
inceden inceye, etraflı-
ca düşünme.
teessür:
tesir altında kalma, etki-
lenme.
tefekkür:
derin düşünme; eşya-
nın hakikatini, yaratıcının sırlarını
kavramak ve ibret almak için zih-
nen ve kalben düşünme.
tesir:
etki.
tetkikat:
araştırmalar, inceleme-
ler.
umumî:
genel.
vâsıl:
ulaşan, erişen, kavuşan.
vuku:
olma, meydana gelme.
vücud-i hakikî:
gerçek vücut.
vücud-i haricî:
haricî vücut, varlı-
ğı ortaya çıkan, dışarıda varlığı bi-
linen, nesnel.
vücud-i vücubî:
zorunlu olan, ge-
rekli olan varlık.
vücut:
var olma, varlık.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
zulümat:
karanlıklar.
afakî:
dışa dönük.
ahval:
hâller, durumlar.
ahvalât:
hâller, durumlar.
ahval-i âlem:
âlemin hâlleri,
durumları.
azamet:
büyüklük.
bâtın:
iç, iç yüz, iç kısım.
cismanî:
maddî ve cisimli ol-
mak.
esbab-ı zahiriye:
görünürde-
ki sebepler.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
faaliyet:
iş, hareket.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir
eden.
fiil:
iş, hareket.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak.
hadsî:
sezgiye dayalı.
hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden.
haricî:
dışa ait, dış dünya ile il-
gili; çevresel.
hassa:
bir kimseye has olan
özellik, nitelik veya tesir.
hususî:
özel.
icmalî:
kısaca, topluca, tafsil-
siz, toplu, kısa.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
ilm-i ezelî:
ezelî ilim, Cenab-ı
Hakkın sonsuz ezelî ilmi.
imkânî vücut:
maddî varlık
âlemine çıkma imkânına sa-
hip varlıklar.
infial:
gücenme, darılma; etki-
lenme, etki altında kalma; dış
etkenle harekete geçme.
intikal:
bir yerden başka bir
yere geçme, yer değiştirme.
izale:
giderme, ortadan kaldır-
ma.
kabiliyet:
istidat, yetenek.