Madem hakikat budur;
insan kendi vazifesini yapıp
Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmamalı.
Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve
Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâ-
leddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı
ona demişler:
“sen muzaffer olacaksın; Cenab-ı Hak seni galip ede-
cek.”
o demiş:
“Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye
vazifedarım. Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmam. Mu-
zaffer etmek veya mağlûp etmek onun vazifesidir.”
İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir
surette çok defa muzaffer olmuştur.
evet,
insanın elindeki cüz-i ihtiyârî ile işledikleri ef’alle-
rinde Cenab-ı Hakka ait netaici düşünmemek gerektir.
Meselâ, kardeşlerimizden bir kısım zatlar, halkların risa-
le-i nur’a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete ge-
tiriyor. dinlemedikleri vakit, zayıfların kuvve-i maneviyele-
ri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Hâlbuki, üstad-ı
mutlak, mukteda-i küll, rehber-i ekmel olan resul-i ek-
rem Aleyhissalâtü Vesselâm,
(1)
o
Æn
Ón
Ñr
dG s
’p
G p
?ƒo
°Ss
ôdG n
¤n
Y Én
en
h
olan ferman-ı İlâhîyi kendine rehber-i mutlak ederek,
insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade
sa’yügayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü,
Mesnevî-i nuriye | 271 |
Z
ühre
rehber-i mutlak:
her bakımdan
rehber, tam rehber.
resul-i ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(
ASM
).
risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sa’yügayret:
çalışma ve çabala-
ma.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
sırr-ı teslimiyet:
teslim olmanın,
boyun eğmenin sırrı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tebliğ:
dinî bir emrin kullara bildi-
rilmesi.
üstad-ı mutlak:
ilimde üstünlüğü
ve öğreticiliği tartışmasız olan üs-
tat.
vazife:
görev.
vazifedar:
vazifeli.
vüzera:
vezirler.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
Artma, çoğalma.
ziyade:
çok, fazla.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun’ anlamında Hz. Muham-
med’e dua.
ciddiyet:
ciddîlik.
cihad:
düşmanla savaşma.
cüz-i ihtiyarî:
Cenab-ı Hak ta-
rafından insana verilen arzu
serbestliği; dilediği gibi hare-
ket edebilme kuvveti; cüz’î
irade.
ef’al:
fiiller, işler.
etba:
hizmetçiler, uşaklar.
ferman-ı ilâhî:
Cenab-ı Hakkın
emir ve buyruğu.
hakikat:
gerçek, doğru.
harika:
olağanüstü.
harp:
savaş.
iltihak:
karışma, katılma.
kuvve-i maneviye:
manevî
güç, moral.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
mağlûp:
yenilme, kendisine
galip gelinmiş.
meselâ:
örneğin.
mukteda-i küll:
her şeyde
herkesin uyması gereken nu-
mune olan Hz. Peygamber
(
ASM
).
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
muzaffer:
yenmiş, galip gel-
miş.
netaiç:
neticeler, sonuçlar.
rehber-i ekmel:
en mükem-
mel rehber.
1.
Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir. (Mâide Suresi: 99.)