Mesnevi-i Nuriye - page 281

Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve lâtifeler
vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz, bazıları bir
zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kal-
dırdığı hâlde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi, o lâtife, bir
saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalâletten gelen küçük
bir hâlete dayanamıyor. Hatta bazen söner ve ölür.
Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan
kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işa-
rette, bir öpmekte batma! dünyayı yutan büyük letaifle-
rini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok bü-
yükleri bir cihette yutar. nasıl küçük bir cam parçasında
gök yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor; hardal
gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i a’malinin ek-
seri ve sahaif-i ömrünün ağlebi içine girdiği gibi, çok
cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yu-
tar, istiap eder.
Dördüncü Remiz:
ey dünyaperest insan! Çok geniş ta-
savvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir.
Fakat o dar kabir gibi menzilin duvarları şişeden olduğu
için, birbiri içinde in’ikâs edip, göz görünceye kadar ge-
nişliyor. kabir gibi dar iken, bir şehir kadar geniş görü-
nür. Çünkü, o dünyanın sağ duvarı olan geçmiş zaman ve
sol duvarı olan gelecek zaman, ikisi madum ve gayr-i mev-
cut oldukları hâlde, birbiri içinde in’ikâs edip gayet kısa ve
dar olan hazır zamanın kanatlarını açarlar. Hakikat ha-
yale karışır; madum bir dünyayı mevcut zannedersin.
Mesnevî-i nuriye | 281 |
Z
ühre
madem:
...den dolayı, böyle ise.
madum:
yok olan, mevcut olma-
yan, bulunmayan.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
menzil:
yer, konak.
mevcut:
var olan, bulunan.
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delâlet
eden işaret ve şekil.
sahaif-i ömür:
ömür sayfaları.
sahife-i a’mal:
insanın ömrü bo-
yunca yaptıklarının yazılı olduğu
sayfa.
sıklet:
ağırlık, yük.
tasavvur:
bir şeyi zihinde düşün-
me, tasarlama.
zerre:
pek ufak parça.
ağleb:
çoğunlukla, ekseriyet-
le.
batman:
eski ağırlık ölçülerin-
den olup, iki okka ile sekiz ok-
ka arasında değişen ağırlık öl-
çüsü.
cihazat:
cihazlar, azalar.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
dalâlet:
hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
dane:
tane, tohum.
dünyaperest:
dünyaya tapan,
dünyaya düşkün, tamahlı,
hırslı kimse.
ekser:
çoğu kısmı.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak.
gark:
suya batma, batma,
batırma.
gayet:
son derece.
gayr-i mevcut:
mevcut olma-
yan, var olmayan.
hakikat:
gerçek, doğruluk; gö-
rülen bir şeyin aslı, esası.
hâlet:
hâl, durum.
hardal:
yaprakları yenen ve
dövülerek macun hâlne geti-
rilerek sofrada iştah açmak
için yenen bir tür bitkinin çok
küçük tohumu.
hazer:
çekinme, sakınma,
uzak durma.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
istiap:
içine alma, içine
sığdırma, kapsama.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü.
lâtife:
kalbe bağlı hassas bir
duygu.
lem’a:
parıltı.
letaif:
manevî duygular.
1...,271,272,273,274,275,276,277,278,279,280 282,283,284,285,286,287,288,289,290,291,...528
Powered by FlippingBook