Mesnevi-i Nuriye - page 278

kendini kapıcı iken padişah zannettirir. Hem kendi nef-
sine de zulmeder. Belki bir nevi şirk-i hafîye yol açar.
evet, bir kaleyi fetheden bir taburun ganimetini ve
muzafferiyet şerefini binbaşısı alamaz. evet, üstat ve
mürşit, mastar ve menba telâkki edilmemek gerektir.
Belki, mazhar ve ma’kes olduklarını bilmek lâzımdır. Me-
selâ, hararet ve ziya sana bir âyine vasıtasıyla gelir.
senden, güneşe karşı minnettar olmaya bedel, âyineyi
mastar telâkki edip, güneşi unutup, ona minnettar ol-
mak divaneliktir.
evet, âyine muhafaza edilmeli; çünkü mazhardır. İşte,
mürşidin ruhu ve kalbi bir âyinedir. Cenab-ı Hak’tan ge-
len feyze ma’kes olur, müridine aksedilmesine de vesile
olur; vesilelikten fazla feyiz noktasında makam verilme-
mek lâzımdır. Hatta bazı olur ki, mastar telâkki edilen bir
üstat, ne mazhardır, ne de mastardır. Belki müridinin saf-
fet-i ihlâsıyla ve kuvvet-i irtibatıyla ve ona hasr-ı nazar ile,
o mürit, başka yolda aldığı füyuzatı, üstadının mir’at-ı ru-
hundan gelmiş görüyor. nasıl ki bazı adam, manyetizma
vasıtasıyla bir cama dikkat ede ede âlem-i misale karşı ha-
yalinde bir pencere açılır, o âyinede çok garaibi müşahe-
de eder. Hâlbuki, âyinede değil, belki âyineye olan dik-
kat-i nazar vasıtasıyla, âyinenin haricinde hayaline bir
pencere açılmış, görüyor. onun içindir ki, bazen nakıs
bir şeyhin halis müridi, şeyhinden daha ziyade kâmil ola-
bilir. Ve döner, şeyhini irşat eder ve şeyhinin şeyhi olur.
akis:
yansıma.
âlem-i misal:
görüntüler âlemi,
dünyadaki işlerin görüntülendiği
ve gözlendiği, ruhların bulunduğu
âlem.
âyine:
ayna.
bedel:
karşılık.
dikkat-i nazar:
ince ve derin ba-
kışların dikkati.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan.
feyiz:
bolluk, bereket, ihsan, ba-
ğış.
füyuzat:
feyizler, manevî bolluk
ve bereketler, inayetler.
ganimet:
savaşta düşmandan ele
geçirilen mal, para vs.
garaip:
tuhaflıklar.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hararet:
sıcaklık.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hasr-ı nazar:
bakışı bir tarafa ve-
ya noktaya dikme.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
kuvvet-i irtibat:
bağlılıktaki kuv-
vet, irtibatta bulunan güç.
makam:
yer, mevki.
ma’kes:
akseden yer, yansıma
yeri.
manyetizma:
telkin ve hipnoz yo-
lu ile birini tesir altına alma.
Z
ühre
| 278 | Mesnevî-i nuriye
mastar:
kaynak, bir şeyin çık-
tığı yer.
mazhar:
bir şeyin çıktığı gö-
ründüğü yer; nail olma, şeref-
lenme.
menba:
kaynak.
meselâ:
örneğin.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
mir’at-ı ruh:
ruhun aynası.
muhafaza:
koruma.
mürit:
tarikatta bir şeyh ve
mürşide bağlanarak tarikat
usul ve âdetleri ile tasavvufî
hakikatleri öğrenen kimse.
mürşit:
irşat eden, doğru yo-
lu gösteren, rehber, kılavuz.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
muzafferiyet:
muzafferlik,
düşmana üstün gelme, galibi-
yet.
nakıs:
noksan, eksik.
nefis:
kişinin kendisi, şahsı.
nevi:
çeşit, tür.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
saffet-i ihlâs:
ihlâsın doğru,
halis, temiz oluşu.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
şeyh:
tarikat dersi veren ma-
nevî lider, mürşit.
şirk-i hafî:
gizli şirk, gizli küfür.
tabur:
düzgün sıralar hâlinde
dizilmiş askerî birlik.
telâkki:
anlama, kabul etme.
üstat:
bir ilim ve sanatta üs-
tün olan kimse, öğretmen.
vasıta:
aracılık.
vesile:
aracı, vasıta.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
ziyade:
çok, fazla.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
1...,268,269,270,271,272,273,274,275,276,277 279,280,281,282,283,284,285,286,287,288,...528
Powered by FlippingBook