kâinat kitabının sahifelerine baksan, ism-i
Hafîz
’in cilve-i
azamını ve bu ayet-i kerîmenin bir hakikat-i kübrasının
naziresini çok cihetlerle görebilirsin.
ezcümle: Ağaç, çiçek ve otların muhtelif tohumların-
dan bir kabza al. o muhtelif ve birbirine muhalif tohum-
ların, cinsleri birbirinden ayrı, nevileri birbirinden başka
olan çiçek, ağaç ve otların sandukçaları hükmünde olan
o kabzayı karanlıkta ve karanlık ve basit ve camit bir top-
rak içinde defnet, serp. sonra mizansız ve eşyayı fark et-
meyen ve nereye yüzünü çevirsen oraya giden basit su
ile sula. sonra, senevî haşrin meydanı olan bahar mev-
siminde gel, bak.
İsrafilvari melek-i ra’d, baharda nefh-i sur nev’inden
yağmura bağırması, yer altında defnedilen çekirdeklere
nefh-i ruhla müjdelemesi zamanına dikkat et ki, o niha-
yet derece karışık ve karışmış ve birbirine benzeyen to-
humcuklar, ism-i
Hafîz
’in tecellisi altında, kemal-i imtisal
ile, hatasız olarak, Fâtır-ı Hakîm’den gelen evamir-i tek-
viniyeyi imtisal ediyorlar. Ve öyle tevfik-i hareket ediyor-
lar ki, onların o hareketlerinde bir şuur, bir basiret, bir
kasıt, bir irade, bir ilim, bir kemal, bir hikmet parladığı
görünüyor. Çünkü, görüyorsun ki, o birbirine benzeyen
tohumcuklar, birbirinden temayüz ediyor, ayrılıyor.
Meselâ, bu tohumcuk bir incir ağacı oldu. Fâtır-ı Ha-
kîm’in nimetlerini başlarımız üstünde neşre başladı.
serpiyor, dallarının elleriyle bizlere uzatıyor. İşte ona su-
reten benzeyen bu iki tohumcuk ise, günâşığı namındaki
Mesnevî-i nuriye | 283 |
Z
ühre
lik, kusursuz, tam ve eksiksiz ol-
ma.
kemal-i imtisal:
tam uyma, mü-
kemmel uyumluluk.
melek-i ra’d:
gök gürültüsü ile va-
zifeli, görevli melek.
meselâ:
örneğin.
mizan:
ölçü, ayar.
muhalif:
zıt, aykırı.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
nam:
ad.
nazire:
örnek, karşılık, misil, bir
şeye benzetilerek yapılan şey.
nefh-i ruh:
ruhun üflenmesi.
nefh-i sur:
Sur’un üflenmesi, İsra-
fil’in (as) kıyamet gününde Sur adı
verilen boruyu üflemesiyle kıya-
metin kopması.
neşir:
dağıtma, yayma, saçma,
serpme.
nevi:
çeşit, tür.
nihayet:
son derece.
nimet:
Allah’ın bağışladığı maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar.
sandukça:
küçük sandık.
senevî:
senelik, yıllık.
sureten:
suret olarak, görünüş iti-
barıyla.
şuur:
bilinç; bir şeyin inceliklerini
iyice idrak etme, anlayış.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
temayüz:
kendini gösterme, seç-
kin hale gelme.
tevfik-ı hareket:
hareketin uy-
gunluğu; uygun davranışta bulun-
ma.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
basiret:
dikkat, tedbir, teyak-
kuz, ihtiyatlı hareket.
camit:
ruhsuz, cansız madde.
cihet:
yön.
cilve-i azam:
en büyük tecel-
li, en büyük Rabbanî cilve.
cins:
boy, soy, kavim.
evamir-i tekviniye:
yaratma
içeren emirler, varlığın ya-
ratılışıyla ilgili işler.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir
maksada uygun ve hikmetle
benzersiz bir şekilde yaratan
Allah (c.c.).
günâşığı:
ayçiçeği, gündöndü.
hakikat-i kübra:
en büyük
olan gerçek.
haşir:
yeniden toplanma, bir
araya gelme.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ilim:
bilgi, marifet.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
ism-i Hafîz:
Cenab-ı Hakkın
muhafaza eden, koruyan ma-
nasına gelen ismi.
israfilvari:
İsrafil (as) gibi.
kabza:
tutamak yeri, el.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kasıt:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
kemal:
olgunluk, mükemmel-