Mesnevi-i Nuriye - page 287

evet, karnın (miden) evinden, cildin gömleğinden ve
kuvve-i hafızan senin kitabından nakış ve intizamca da-
ha yüksek ve daha gariptir. Binaenaleyh,
âlem-i melekût
âlem-i şahadetten, âlem-i gayp dünya ve ahiretten daha
âlî ve daha yüksektir.
Maalesef, nefs-i emmare heva-i
nefsiyle baktığı için, zahiri hayatlı, ünsiyetli bir perde gi-
bi, meyyit ve zulmetli ve vahşetli zannettiği bâtın üstüne
serilmiş olduğunu görüyor.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
senin yüzün, vechin, o kadar küçüklüğü ile beraber,
geçmiş ve gelecek bütün insanların adedince, kendisini
onlardan ayıran ve tarif eden nişan ve alâmetleri havi ol-
duğu gibi; yüzünü teşkil eden esas ve erkânında da bü-
tün insanlar ittifaktadır.
Bütün insanlarda, biri tevafuk,
diğeri tehalüf olmak üzere iki cihet vardır. Tehalüf cihe-
ti Sâniin muhtar olduğuna, tevafuk ciheti ise Sâniin Va-
hid-i Ehad olduğuna delâlet ederler. Bu iki cihetin bir
Kàsıt’ın kastıyla, bir Muhtar’ın ihtiyârıyla, bir Mürîd’in
iradesiyle, bir Alîm’in ilmiyle olmadığını tevehhüm etmek,
muhalâtın en acibidir.
Fesübhanallah, yüzün o küçük say-
fasında nasıl gayr-i mütenahi nişanlar derç edilmiştir ki,
göz ile okunur da nazar ile, yani akıl ile görünmez!
İnsan nev’inde şu tehalüf ile beraber, buğday, üzüm, arı
karınca nevilerindeki tevafuk, kör tesadüfün işi olmadığı
güneş gibi aşikârdır. Madem ki kesretin böyle uzak, ince,
geniş ahval ve etvarında da tesadüfün müdahalesine im-
kân yoktur ve tesadüfün elinden mahfuzdur; ve ancak bir
Mesnevî-i nuriye | 287 |
Z
erre
ihtiyar:
seçme, tercih etme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
Ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
imkân:
mümkün olma, olabilirlik.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
ittifak:
birleşme, birlik.
kasıt:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
Kàsıt:
her şey ancak onun kastı ile
meydana gelen ve her şeyin mak-
sadının gerçek sahibi olan Allah.
kesret:
çokluk.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü.
madem:
… den dolayı, böyle ise.
mahfuz:
hıfz olunmuş, korunmuş.
meyyit:
ölmüş, ölü.
müdahale:
karışma, araya girme,
sokulma.
muhalât:
muhaller, olması müm-
kün olmayanlar.
Muhtar:
hükmü elinde tutan, ha-
reketinde serbest olan, dilediğini
yapan Allah.
Mürîd:
her şey ancak onun dile-
mesi ve buyruğu ile olan gerçek
ve sonsuz irade sahibi Allah.
nakış:
işleme, süsleme.
nazar:
düşünme, fikir.
nefs-i emmare:
insana kötü ve
günah işlerin yapılmasını emre-
den nefis.
nevi:
çeşit, tür.
nişan:
iz, belirti, alâmet.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını içi-
ne alacak şekilde anlatma.
tehalüf:
birbirine uymama.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin kendi-
liğinden meydana gelmesi.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
tevehhüm:
vehimlenme, yok ola-
nı var zannetmekle ümitsizliğe ve
korkuya düşme.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah.
vahşet:
ürkütücü ve korkunç olan
şey.
vecih:
yüz, surat, çehre.
zahir:
dış yüz, görünüş.
zulmet:
karanlık.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
ahval:
hâller, durumlar.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, gö-
rünmeyen, fakat varlığı kesin
olan ve mahiyeti Allah tarafın-
dan bilinen başka dünyalar.
âlem-i melekût:
melekût âle-
mi, ruhlar ve melekler âlemi.
âlem-i şahadet:
gözle gördü-
ğümüz, şahit olduğumuz
âlem, kâinat.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
Alîm:
sonsuz ve daimî bilgi sa-
hibi olan Allah.
aşikâr:
açık, belli, meydanda.
bâtın:
görünmeyen taraf, iç
kısım.
Binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cihet:
yön.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
derç:
toplama, bir araya getir-
me.
erkân:
rükünler, esaslar.
etvar:
hâl ve hareketler, işler,
tarzlar, tavırlar.
fesübhanallah:
Allah ne güzel
yaratmış; Allah bütün noksan-
lıklardan münezzehtir, her şey
kendine tesbih eder anlamın-
da olup hayret ve taaccübü
ifade için söylenir.
garip:
tuhaf, hayret verici.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
havi:
içine alan, kapsayan, ku-
şatan.
heva-i nefis:
nefsin hevası,
nefsin zararlı ve günah olan is-
tekleri.
1...,277,278,279,280,281,282,283,284,285,286 288,289,290,291,292,293,294,295,296,297,...528
Powered by FlippingBook