bakılırsa, vazife-i fıtriyesinin ubudiyet olduğu anlaşıldığı
gibi; ruhanî ulviyetine ve ebediyete olan derece-i iştiyakı-
na da dikkat edilirse, en evvel, insan bu âlemden daha
lâtif bir âlemde ruhen yaratılmış da teçhizat almak üzere
muvakkaten bu âleme gönderilmiş olduğu anlaşılır.
Ve keza,
insan hilkat semeresi olduğundan anlaşılır ki:
İnsanlardan bir çekirdek var ki, Cenab-ı Hak şecere-i hil-
kati o çekirdekten inbat etmiştir. O çekirdek de, ancak
ve ancak bütün ehl-i kemalin ve belki nev-i beşerin nısfı-
nın ittifakıyla efdalü’l-halk, seyyidü’l-enâm Hazret-i Mu-
hammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
siyah ve beyaz nakışlarla nakışlı bir imame ile küre-i
arzın kafasını saran semavat ve arzın nâzım ve hâlıkı olan
Allah’ın ulûhiyetine lâyık mıdır ki, âlemin bazı safahatını
miskin bir mümkine tevdi ve tefviz etsin? Arşın sahibi’nden
maada, arşın altındaki şeylere bizzat tasarruf eden, imkân
dairesinde kimse var mıdır? kellâ! Çünkü, o kudret kısa ve
kàsır olmayıp, muhit bir kudret olduğundan, açık bir yer,
bir delik kalmıyor ki, gayr müdahale etsin.
Maahaza, ceberutiyet ve istiklâliyetin izzeti ve kendini
sevdirmek ve tanıttırmak muhabbeti, gayre müsaade
etmiyor ki, arada ibâdullahın enzarını kendine celp eden
ismî bir vasıta bulunsun.
Maahaza, küll ile cüzde, nevi ile fertte yapılan tasar-
rufat birbirinin içinde mütedâhil ve yekdiğerine mütesa-
nit olduğundan, o tasarrufları ayrı ayrı faillere vermek
âlem:
dünya, cihan.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
arş:
göğün en yüksek katı.
arz:
yer, dünya.
bizzat:
kendisi, şahsen.
ceberutiyet:
büyüklük, haşmetlik,
yücelik.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
cüz:
parça.
derece-i iştiyak:
arzu etme dere-
cesi.
ebediyet:
sonsuzluk.
efdalü’l-halk:
yaratılmışların en
faziletlisi, en üstünü.
ehl-i kemal:
olgun ve değerli kişi-
ler, kemal sahibi olanlar.
enzar:
bakışlar, bakmalar, nazar
etmeler.
evvel:
önce.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir eden.
gayr:
başka, diğer.
hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
ibâdullah:
Allah’ın kulları, Allah’a
ibadet ve kulluk edenler.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!
imame:
başlık, sarık.
imkân dairesi:
var olma veya yok
olma ihtimalinin eşit olduğu ve
ancak var edenin bilgisinde var
olanlar dairesi.
inbat etme:
bitirme, bitkiyi çıkar-
ma, bitmesini sağlama.
ismî:
gerçek etkisi olmayan, sade-
ce isimden ibaret olan.
istiklâliyet:
hiç bir şeyde ve işte
hiç bir şeye bağımlı ve muhtaç ol-
mama, sadece kendi başına buy-
ruk olma.
ittifak:
birleşme, birlik.
izzet:
şeref, yücelik; kuvvet, kud-
ret, üstünlük.
kàsır:
noksan.
kellâ:
hiç bir zaman, asla, kat’iyen,
kesinlikle.
keza:
bunun gibi, aynı şekilde.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
küll:
bütün.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
lâtif:
yumuşak, tatlı, narin; cisma-
nî olmayan, ruhanî.
maada:
başka, gayri, -den başka.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
miskin:
uyuşuk, tembel, hareket-
siz, zavallı.
müdahale:
karışma.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
Z
erre
| 296 | Mesnevî-i nuriye
mümkin:
yaratıcının ilminde-
ki varlıktan maddî bir vücut
giyerek varlık âlemine gelen,
yaratılan; yaratılmış, yaratık.
müsaade:
izin.
mütedâhil:
tedahül eden, bir-
biri içine geçen.
mütesanit:
tesanüt eden, bir-
birine dayanıp kuvvet alan.
muvakkaten:
geçici olarak.
nakış:
işleme, süsleme.
nazım:
düzenleyen, tanzim
eden, düzene koyan.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nevi:
çeşit, tür.
nısıf:
yarım, yarı.
ruhanî:
ruha ait, ruh ile ilgili.
ruhen:
ruh ile.
safahat:
safhalar, devreler.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağa-
cı.
semavat:
semalar, gökler.
semere:
meyve, güzel netice.
seyyidü’l-enâm:
bütün mah-
lûkatın efendisi .
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istediği
gibi kullanma.
tasarrufat:
tasarruflar, idare
etmeler.
teçhizat:
teçhizler, donatma-
lar, cihazlandırmalar.
tefviz:
dağıtım.
tevdi:
emanet etme.
ubudiyet:
kulluk.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâki-
miyeti ile kâinattaki her şeyi
kendisine ibadet ve itaat ettir-
mesi.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik, yük-
seklik.
vasıta:
aracı.
vazife-i fıtriye:
fıtrî vazife, ya-
ratılışa ait vazife.