Mesnevi-i Nuriye - page 298

güzel, sanatça daha tam oldukları hâlde, bunların ömrü kı-
sa, onlarınki uzun, bunların zahiren menfaatleri yok, onla-
rınki var. İşte bu hâl, hilkat-i eşyada sâniin külfeti olmadığı-
na ve her şeyin vücuda gelmesi ancak
(1)
r
øo
c
emriyle oldu-
ğuna bâhir bir bürhandır.
(3)
ƒo
gs
’p
G n
¬'
dp
G n
B ’
(2)
@ o
ABɰn
ûn
jÉn
e *G o
?n
©r
Øn
j
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
(4)
l
§«/
ëo
e r
ºp
¡p
FBG n
Qn
h r
øp
e *Gn
h
Evet, Allah ilmi, iradesi, kudreti ve sair sıfâtıyla muhit-
tir, daire-i ihatasından hariç bir şey yoktur.
Fakat, insan
cüz’î ve kısa zihniyle Allah’ın azametine ve şemsin etra-
fında seyyaratı tedvir ettiğine bakarken, meselâ arı gibi
küçük hayvanlarla iştigal etmesini uzak görüyor. Çünkü,
Vacibü’l-Vücud’u mümkine kıyas ediyor. Hâlbuki, bu kı-
yasa göre küçük hayvanlara büyük bir zulüm olur. Çün-
kü, onlar da,
(5)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ѱn
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
kaziyesince,
hâlıklarını tesbih etmekle, Allah’tan maada kimseyi rab
tanımıyorlar. Binaenaleyh, büyüğün küçüğe tekebbür et-
meye hakkı yoktur.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Umumî olan bir in’am ile inayet-i şahsiye arasında
münafat yok.
Meselâ, bir ziyafete yapılan umumî bir da-
vet altında şahıslar da davet edilmiş olur. Yani, bu ziya-
fet umumî olduğundan, davet umumiyette kalır. “Şahıs-
lar nazara alınmıyor” denilemez.
azamet:
büyüklük.
bâhir:
apaçık, aşikâr.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cüz’î:
küçük, az.
daire-i ihata:
kuşatan daire, kap-
sama, kuşatma alanı.
hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hilkat-i eşya:
eşyanın yaratılışı.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!
in’am:
nimet verme, bağış verme,
iyilik yapma.
inayet-i şahsiye:
bireye yapılan
yardım, iyilik, bağış; bire bir yapı-
lan iyilik, bağış ve yardım.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
iştigal:
bir işle uğraşma, meşgul
olma.
kaziye:
önerme, teklif, hüküm.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi baş-
ka bir şeye benzeterek hüküm
verme.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
külfet:
zahmet, sıkıntı.
maada:
başka, gayri, -den başka.
menfaat:
fayda.
meselâ:
örneğin.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
mümkin:
mümkün, olabilir olan-
lar, yaratılanlar.
münafat:
birbirine zıt olma, birbi-
rine uymama, aykırılık, zıtlık.
nazar:
bakış, dikkat.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
sair:
diğer, başka, öteki.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
şems:
güneş.
seyyarat:
gezegenler.
tedvir:
çevirme, döndürme.
tekebbür:
kibirlenme, büyük-
lük satma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tut-
ma, Cenab-ı Hakkı şanına lâ-
yık ifadelerle anma.
umumî:
genel.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
umumiyet:
herkese ait olma,
genellik.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
zahiren:
görünüşte.
zulüm:
haksızlık, eziyet, iş-
kence.
1.
Ol! (Yâsin Suresi: 82.)
2.
Allah dilediğini yapar. (İbrahim Suresi: 27.)
3.
Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. (Bakara Suresi: 163.)
4.
Hâlbuki Allah onları arkalarından kuşatıcıdır. (Büruc Suresi: 20.)
5.
Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
Z
erre
| 298 | Mesnevî-i nuriye
1...,288,289,290,291,292,293,294,295,296,297 299,300,301,302,303,304,305,306,307,308,...528
Powered by FlippingBook