Mesnevi-i Nuriye - page 301

evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren zat, nasıl
o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları
icat etmesin? Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği ya-
ratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.
kezalik,
bu âlemi şu kadar ziynetlerle, nakışlarla tez-
yin eden Malikü’l-Mülk, elbette ve elbette o harika, anti-
ka, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşa-
hitlerden, âşık ve müştaklardan arif dellâllardan hâlî bı-
rakmayacaktır. İşte, camiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil,
halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kâinata da se-
mere ve netice olmuştur.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Eşya arasındaki tevafuk, Sâniin Vahid, Ehad olduğuna
delâlet ettiği gibi, aralarında bulunan muntazam tehalüf
de Sâniin Muhtar ve Hakîm olduğuna şahadet eder.
Meselâ hayvanların, bilhassa, insanların, esas azaların-
daki tevafuk, bilhassa çift azalardaki temasül Hâlık’ın
vahdetine bürhan olduğu gibi, keyfiyetler ve şekillerdeki
tehalüf de, Hâlık’ın ihtiyâr ve hikmetine delâlet eder.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Mahlûkatın en zalimi insandır. İnsan, kendi nefsine
olan şiddet-i muhabbetten dolayı, kendisine hizmeti ve
menfaati olan şeyleri hem sever, hem kıymet verir, se-
meresinden istifade gördüğü şeylere abd ve köle olur;
aksi hâlde, ne sever ve ne kıymet verir.
Ve keza, haya-
tın icadında ille-i gaiyenin yalnız hayat olduğunu bilir.
Mesnevî-i nuriye | 301 |
Z
erre
ne göre ve Onun rızası dairesinde
hareket eden güzel ahlâk sahibi
kimse.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
istihsan:
güzel bulma, beğenme.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
nitelik.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
kıymet:
değer.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
Malikü’l-Mülk:
mülkün maliki;
bütün mülklerin sahibi, her şeyin
maliki olan Allah.
menfaat:
fayda.
meselâ:
örneğin.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
Muhtar:
hükmü elinde tutan, ha-
reketinde serbest olan, dilediğini
yapan.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
müşahit:
gözlemci.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
nakış:
işleme, süsleme.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alâmet, işaret.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
semere:
meyve, güzel netice.
semere:
meyve, güzel netice.
şiddet-i muhabbet:
şiddetli sevgi.
tehalüf:
birbirine uymama.
temasül:
benzeme, benzeyiş.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
vahdet:
birlik ve teklik.
vahid:
zatında ve sıfatlarında tek
ve yegâne olan.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
ziynet:
süs.
abd:
kul.
aksi:
ters, zıt.
âlem:
dünya, cihan.
antika:
değerli ve mükemmel
sanat eseri.
arif:
bilen, bilgide ileri olan, ir-
fan sahibi.
aza:
organlar, uzuvlar.
bilhassa:
özellikle.
camiiyet:
toplayıcı, ihtiva ve
ihata edicilik.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
dellâl:
ilân eden, bir haberi
duyurmak için yüksek sesle
bağırarak dolaşan kimse.
ehad:
zatı tek olan Allah.
Hakîm:
yapış ve yaratışta bir
amaç, ilim ve fayda gözeten
sınırsız hikmet sahibi olan Al-
lah.
hâlî:
boş, bir şeyden uzak,
müstesna.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
halk-ı eflâk:
feleklerin, gökle-
rin yaratılışı.
halk-ı kâinat:
kâinatın, evre-
nin yaratılışı.
harika:
olağanüstü.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ihtiyar:
irade, tercih.
i’lem eyyühe’l-aziz:
Ey aziz
kardeşim, bil ki!
ille-i gaiye:
gerçekleştirilmesi,
meydana gelmesi için çaba
harcanan şey, amaç, ideal.
insan-ı kâmil:
kâmil insan, ol-
gun insan, ideal insan, dünya-
ya gönderiliş maksadını anla-
mış, Cenab-ı Hakkın emirleri-
1...,291,292,293,294,295,296,297,298,299,300 302,303,304,305,306,307,308,309,310,311,...528
Powered by FlippingBook