Cenab-ı Hakkın icat ettiği “hayy”larda hedef ittihaz etti-
ği binlerce hikmetlerinden haberi yok. Acaba, imkân ve
ihtimalden hariç midir ki, âlemde görünen şu eşya-i hari-
ka daha garip, daha harika ve daha mu’cize melekûtî,
berzahî, misalî şeylere bazı numune ve bazı esaslar olma-
sın?
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Cenab-ı Hak, kâinatı teşkil eden zerratı şeriat-ı fıtriye-
sine musahhar ve mutî ve evamir-i tekviniyesine de mün-
kad ve mümessil kılmıştır.
Bir arı, “kün!” emrine imtisa-
len matlûp bir şekle girdiği gibi; herhangi bir hayvan da
aynı emre imtisalen irade edilen vaziyetlere girer.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Şems, kamer, yıldız, arz gibi ecramı kabzasında tutan
kudret, o ecramı öyle bir sühuletle tanzim etmiştir ki,
dağılan tesbih tanelerini ipe dizen adam gibi, ne bir acz
görmüştür ve ne başkasının yardımına ihtiyaç olmuştur.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Bir katre su, bir deniz suyu ile müttehittir. Çünkü, iki-
si de sudur. nehir suyu ile de müttehittir. Çünkü, ikisinin
de menşeleri semadır. Ve keza, bir küçük balık, balina
balığı ile müttehittir. Çünkü, ünvanları birdir. kezalik,
esma-i İlâhiyeden bir hüceyreye veya bir mikroba tecelli
eden bir isim, kâinatı ihata eden isim ile müttehittir.
Çünkü, müsemmaları birdir. Meselâ, bütün kâinata
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlem:
dünya, cihan.
arz:
yer, dünya.
berzahî:
ruhların ahiret ile dünya
arasında kıyameti bekledikleri
âleme ait.
ecram:
gezegenler.
esma-i ilâhiye:
Allah’ın isimleri.
eşya-i harika:
olağanüstü eşya.
evamir-i tekviniye:
yaratma içe-
ren emirler, varlığın yaratılışıyla il-
gili işler.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
harika:
olağanüstü.
hayy:
diri, sağ, canlı.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hüceyre:
hücrecik, küçük hücre.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihtimal:
olabilirlik.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!
imkân:
mümkün olma, olabilirlik.
imtisalen:
imtisal ederek, uyarak,
tâbi olarak.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
ittihaz:
edinme, alma, kabul et-
me.
kabza:
tutamak yeri, el.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kamer:
ay.
katre:
damla.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
kün:
‘ol’ manasında Allah’ın var-
lıkları yaratırken verdiği emir.
matlûp:
talep edilen, istenilen
şey.
melekûtî:
ruhlar ve melekler âle-
mine mensup olan, bu âlemle il-
gili, melekûta ait, gayp âlemiyle il-
gili.
Z
erre
| 302 | Mesnevî-i nuriye
menşe:
esas, kaynak.
meselâ:
örneğin.
misalî:
ruhlar âlemi ile madde
âlemi arasında bulunan ve
bütün varlıkların ortaya çık-
madan önceki asıllarının mad-
deye bürünmemiş şekilleriyle,
yani tasarımlarıyla bulunduğu
âleme ait.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların âciz kaldığı şey.
mümessil:
temsil eden, tem-
silci.
münkad:
inkıyad eden, boyun
eğen, itaat eden.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren, istenilen hâle ko-
nulmuş.
müsemma:
isimlendirilmiş, ad
verilmiş.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
müttehit:
ittihat eden, birle-
şen, birleşmiş.
numune:
örnek.
sema:
gökyüzü, gök.
şems:
güneş.
şeriat-ı fıtriye:
kâinatta düze-
ni ve ahengi sağlayan, bütün
varlıkların uymak zorunda ol-
duğu kanun ve kuralların ta-
mamı.
sühulet:
kolaylık.
tanzim:
düzenleme, sıralama,
tertipleme.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tut-
ma, Cenab-ı Hakkı şanına la-
yık ifadelerle anma.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
ünvan:
ad, isim.
vaziyet:
durum.
zerrat:
zerreler, atomlar.