İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Lâfızların tebeddülüyle mana tebeddül etmez, bâkî ka-
lır.
kabuk parçalanır, lüp bâkî ve sağlam kalır. libası yır-
tılır, cesedi sağlam, bâkî kalır. Ceset ölüp dağılırsa da,
ruh bâkî kalır. Cisim ihtiyarlanırsa, enaniyet genç kalır.
Çokluk, cemaat dağılır, amma vahid-i fert bâkî kalır.
kesret bozulur, vahdet bâkîdir. Madde kırılır, nur bâkîdir.
Binaenaleyh, ömrün bidayetinden sonuna kadar de-
vam eden mana, çok cesetleri tebeddül ve tavırdan tavı-
ra intikal ve devirden devire yuvarlandığı hâlde, vahdeti-
ni, bekasını muhafaza ettiği gibi, ölüm hendeğini de at-
layarak, salimen ebed yoluna devam edecektir. Maaha-
za her vakit “Fenâya hazır ol!” emrini intizar eden zail ve
bekasız maddiyatta, şu hıfz ve muhafaza düsturu, beka
ile çok münasebettar olan ruh ve manada da caridir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Ulûhiyetin azameti, izzeti, istiklâliyeti, her şeyin –kü-
çük olsun büyük olsun, yüksek olsun alçak olsun– taht-ı
tasarrufunda bulunduğunu istiyor. senin hıssetin veya
hakaretin onun tasarrufundan hariç kalmasına sebep
olamaz. Çünkü senin ondan bu’dun varsa da, onun sen-
den bu’du yoktur. Veya senin bir sıfatının hakareti, vücu-
dunun hakaretini istilzam etmez. Veya mülk cihetinin
mülevves olması, melekût cihetinin de mülevves olması-
nı iktiza etmez.
Mesnevî-i nuriye | 307 |
ş
emme
lüp:
iç, öz.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
maddiyat:
maddî ve cismanî şey-
ler, gözle görülüp elle tutulur cins-
ten şeyler.
melekût:
bir şeyin iç yüzü, haki-
kati, aslı.
muhafaza:
koruma.
mülevves:
kirli, pis, murdar.
mülk:
dış kısım, dış yüzey.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
salimen:
emniyetle, güvenle.
sıfat:
vasıf, nitelik.
taht-ı tasarruf:
idare altında.
tasarruf:
idare etme, kullanma.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâkimi-
yeti ile kâinattaki her şeyi kendi-
sine ibadet ve itaat ettirmesi.
vahdet:
birlik ve teklik.
vahid-i fert:
tek birey, tek bir ki-
şi.
zail:
sona eren, yok olan.
amma:
ama, lâkin, ancak.
azamet:
büyüklük.
bâkî:
daimî.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
bidayet:
başlangıç.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
bu’d:
uzaklık, uzak olma.
cari:
cereyan eden, akan, işle-
yen.
cemaat:
topluluk.
ceset:
vücut, beden.
cihet:
yön.
düstur:
kaide, esas, prensip.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
fenâ:
yok olma, ölümlülük,
geçicilik.
hakaret:
aşağılık, alçaklık; kü-
çüklük, horluk; alçak görme,
aşağılama, horlama.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
hıfz:
saklama, koruma, muha-
faza etme.
hısset:
alçaklık.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu
kılma.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!
intikal:
bir yerden başka bir
yere geçme, yer değiştirme.
intizar:
bekleme, gözleme.
istiklâliyet:
istiklâl üzere bu-
lunma, hür ve müstakil olma,
başlı başına buyruk olma, ba-
ğımsızlık.
istilzam:
gerektirme.
izzet:
şeref, yücelik; kuvvet,
kudret, üstünlük.
kesret:
çokluk.
lâfız:
söz, kelime.
libas:
elbise.