kâinatın en üst tepesi üstünde dikmiş olan ve enzar-ı âle-
me karşı makamlarıyla beraber tevhide dellâllık eden ve
enbiyanın mücmel bıraktıkları hakaikı tafsilâtıyla beyan
eden ve açıklayan, ancak ve ancak Hazret-i Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmdır.
Binaenaleyh, tevhidin haki-
kat ve kuvveti nispetinde, nübüvvet-i Ahmediye (
AsM
)
hak ve hakikattir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlâhîde teşhir edilen
tezyinata, kemalâta, güzel manzaralara ve rububiyetin
haşmetiyle ulûhiyetin azametine bir müşahit, bir müte-
nezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki, o gü-
zellikleri görsün, o manzaralar arasında tenezzüh etsin,
o harika nakışlara, ziynetlere tefekkür ile hayran olsun.
sonra, o sergiden sâniinin celâline, Malik’inin iktidar ve
kemalâtına intikal ile, onun azametine secde-i hayret et-
sin. Bu vazifeyi ifa edecek, insandır. Çünkü,
insan gerçi
cahil, zulmetli bir şeydir, amma öyle bir istidadı vardır ki,
âleme bir enmuzeç ve bir numune olmaya liyakati vardır.
Hem, o insanda öyle bir emanet vedia bırakılmıştır ki,
onunla gizli defineyi bulur, açar. Hem, o insandaki kuv-
vetler tahdit edilmeyerek mutlak bırakılmıştır.
Buna bi-
naen küllî bir nevi şuur sahibi olur ki, sultan-ı ezel’in
azamet ve haşmetinin şaşaasını idrak ediyor.
evet,
mâşukun hüsnü, âşığın nazarını istilzam ettiği gi-
bi; Nakkaş-ı Ezelî’nin rububiyeti de insanın nazarını ikti-
za eder ki, hayret ve tefekkürle takdir ve tahsinlerde bu-
lunsun.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
azamet:
büyüklük.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
binaen:
-den dolayı.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cahil:
Allah’ı tanımayan, İlâhî ha-
kikatlerden habersiz, hak bilgisin-
den yoksun.
celâl:
sonsuz büyüklük, haşmet,
ululuk, yücelik.
define:
, hazine.
dellâl:
ilân eden, bir haberi duyur-
mak için yüksek sesle bağırarak
dolaşan kimse.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
enmuzeç:
numune, örnek.
enzar-ı âlem:
âlemin dikkati, na-
zarı.
hakaik:
doğrular, gerçekler.
haşmet:
ihtişam, büyüklük.
hüsün:
güzellik.
idrak:
akıl erdirme, anlama.
ifa:
bir işi yapma, yerine getirme.
iktidar:
güç yetme, bir işi gerçek-
leştirmek için gereken kuvvet.
iktiza:
gerektirme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!
intikal:
bir yerden başka bir yere
geçme, yer değiştirme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istilzam:
gerektirme.
kemalât:
kemaller, olgunluklar,
mükemmellikler.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
liyakat:
lâyık olma, ehliyet.
Malik:
her şeyin gerçek sahibi
olan Allah.
mâşuk:
aşık olunan sevilen.
mücmel:
öz olarak anlatılmış, kı-
sa ve az sözle ifade edilmiş, öz,
özet.
müşahit:
gözlemci.
mütefekkir:
düşünen, düşünür.
mütehayyir:
hayrete düşen, şaşı-
ran.
mütenezzih:
tenezzüh eden, ge-
zintiye çıkan, gezip eğlenen.
mutlak:
herhangi bir kayda bağlı
olmayan, kayıtsız, şartsız.
nakış:
işleme, süsleme.
nakkaş-ı ezelî:
ezelî nakkaş; her
şeyi zatına has olarak nakış nakış
işleyen, evveli olmayan Allah.
nazar:
bakış, dikkat.
nevi:
çeşit, tür.
nispet:
oran, ölçü.
nübüvvet-i Ahmediye:
Hz. Mu-
hammed’in (asm) peygamberliği.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka
Z
erre
| 300 | Mesnevî-i nuriye
muhtaç olduğu şeyleri verme-
si, onu terbiye etmesi ve ida-
resi altında bulundurma vasfı.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
şaşaa:
gösteriş, debdebe.
sath-ı âlem:
kâinat yüzü, tüm
kâinatta.
secde-i hayret:
hayret secde-
si; şaşmaktan dolayı Allah’a
şükür için yapılan secde.
sergi-yi ilâhî:
Cenab-ı Hakkın
kurduğu teşhir yeri.
sultan-ı ezel:
kudret kuvvet
ve iktidarı zamanla kayıtlı ol-
mayan, saltanatının başlangı-
cı olmayan sultan.
şuur:
bilinç, anlayış.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar,
izahlar.
tahdit:
hudutlandırma, sınırla-
ma.
tahsin:
beğenme, güzel bul-
ma.
takdir:
kıymet verme, beğen-
me.
tefekkür:
derin düşünme; eş-
yanın hakikatini, yaratıcının
sırlarını kavramak ve ibret al-
mak için zihnen ve kalben dü-
şünme.
tenezzüh:
gezinti.
teşhir:
sergileme.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
tezyinat:
süsler, süslemeler.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâki-
miyeti ile kâinattaki her şeyi
kendisine ibadet ve itaat ettir-
mesi.
vedia:
emanet, saklanılmak
ve korunmak üzere bırakılan
şey.
ziynet:
süs.
zulmet:
karanlık.