Mesnevi-i Nuriye - page 299

Binaenaleyh, Allah’ın nimetleri vakıf malı veya nehir
suyu gibi umumî olup, in’amında şahıslar kastedilmemiş
değildir. Ancak, o umumiyette hususiyet de maksuttur.
Binaenaleyh, eşhas o umumî in’amda kastedilmedikle-
rinden, o nimetlere karşı şükretmeye mükellef olmadık-
larına zehap etmek hatadır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Yarın seni zillet ve rezaletlere maruz bırakmakla terk
edecek olan dünyanın sefahatini, bugün kemal-i izzet ve
şerefle terk edersen, pek aziz ve yüksek olursun. Çünkü,
o seni terk etmeden evvel, sen onu terk edersen, hayrı-
nı alır, şerrinden kurtulursun. Fakat, vaziyet makuse
olursa, kaziye de makuse olur.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da
o çamur ile telvis ediyor.
ezcümle, riyayı şan ve şeref ile
iltibas etmiş; insanları da o pis ahlâka sevk ediyor. Haki-
katen insanlar o riyaya öyle alışmışlar ki, şahıslara yap-
tıkları gibi, milletlere, hatta unsurlara bile yapıyorlar. ga-
zeteleri o riyaya dellâl, tarihleri de alkışçı yapmışlardır.
Bu yüzden, şahsî hayatlar, “hamiyet-i cahiliye” ünvanı
altında unsurî hayatlara feda edilmektedir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
nübüvvet-i Ahmediyeyi (
AsM
) ispat eden delillerden
biri de tevhiddir. evet,
meratibiyle tevhid bayrağını
Mesnevî-i nuriye | 299 |
Z
erre
bolluk, güvenlik ve rahatlık içinde
yaşayış.
meratip:
mertebeler, basamaklar.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan, bir şeyi yapmaya mecbur
olan, vazifeli.
mülevves:
kirletilmiş, pislenmiş.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nübüvvet-i Ahmediye:
Hz. Mu-
hammed’in (asm) peygamberliği.
rezalet:
rezillik, alçaklık.
riya:
özü sözü bir olmamak, inan-
dığı gibi hareket etmeyiş, iki yüz-
lülük.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şan:
şöhret, ün.
sefahat:
yasak şeylere, zevk ve
eğlenceye aşırı derecede düşkün-
lük.
şer:
kötülük.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur, haysiyet.
sevk:
yöneltme, gönderme.
telvis:
bulaştırma, kirletme, pislet-
me.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
umumî:
genel.
umumiyet:
herkese ait olma, ge-
nellik.
unsurî:
ırkî, ırkla alâkalı.
ünvan:
şöhret, ad, isim.
vaziyet:
durum.
zehap:
bir fikre veya zanna kapıl-
ma.
zillet:
hor ve hakir görülme, alçal-
ma.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
dellâl:
ilan eden, bir haberi
duyurmak için yüksek sesle
bağırarak dolaşan kimse.
eşhas:
şahıslar, kimseler.
evvel:
önce.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
feda:
uğruna verme.
fısk:
hak yoldan veya hak yo-
lundan çıkma, Allah’a karşı is-
yan etme.
hakikaten:
hakikat olarak,
doğrusu, gerçekten.
hamiyet-i cahiliye:
cahiliye
hamiyeti, cahillikten gelen ırk-
çılık gibi bazı kötü hâlleri ko-
ruma gayreti.
hususiyet:
hususîlik, ayırıcı
özellik.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
iltibas:
karıştırmak.
in’am:
nimet verme, nimet-
lendirme, ihsan etme.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kaziye:
önerme, teklif, hü-
küm.
kemal-i izzet:
izzet ve haysi-
yetinden taviz vermeme, tam
izzet.
maksut:
kastedilmiş, kastedi-
len.
makuse:
ters, zıt, aksi.
maruz:
bir şeyin etkisi ve te-
siri altında bulunma.
medeniyet:
ilim, teknik, sana-
yi ve ticaretin nimetlerinden
gerçek anlamda yararlanarak,
1...,289,290,291,292,293,294,295,296,297,298 300,301,302,303,304,305,306,307,308,309,...528
Powered by FlippingBook