pek çoktur. Meselâ, rüyada bir saat zarfında bir senenin
geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. eğer
o saatte o işlere bedel kur’ân okumuş olsa idin, birkaç
hatim okumuş olurdun. Bu hâlet, evliya için hâlet-i yaka-
zada inkişaf eder. zaman inbisat eder, mesele ruhun da-
iresine yaklaşır. ruh zaten zaman ile mukayyet değildir.
ruhu cismaniyetine galip olan evliyanın işleri, fiilleri,
sür’at-i ruh mizanıyla cereyan eder.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Bir bürhan ile elde edilen netice-i tevhidi, bazı insan-
lar isti’zam ile dar zihinlerine sığıştıramazlar; veya bozuk
hayalleri tahammül edemez. Bu hâle karşı, o kat’î, sahih
bürhanı reddetmek üzere, “Bu neticeyi, bu kadar azame-
tiyle şu bürhan (onu) intaç edemez” diye bahanelerle ka-
bul etmez. o miskin bilmez mi ki, neticenin kayyumu
imandır; bürhan, ancak onu görmek için bir menfezdir
veya bir süpürge gibi, o neticeye konan vehimleri süpü-
rür. Maahaza, bürhan bir değildir, bin değildir, zerrat-ı
âlem adedince bürhanlar vardır.
Fesübhanallah, mülk ile melekût arasındaki hicap ne
kadar incedir, aralarındaki mesafe ne kadar büyüktür;
dünya ile ahiret arasındaki yol ne kadar kısa ve ne kadar
uzundur; ilim ile cehil arasındaki hicap ne kadar lâtif ve
ne kadar kalındır; iman ile küfür arasındaki berzah ne
kadar şeffaf ve ne kadar kesiftir; ibadetle masiyet arasın-
daki mesafe ne kadar kısadır. Hâlbuki, araları cennet ile
nârın araları kadardır. Hayat ne kadar kısa, emel ne
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
azamet:
büyüklük.
bahane:
yalandan özür, asıl sebe-
bi gizlemek için ileri sürülen uy-
durma sebep.
bedel:
karşılık.
berzah:
iki şey arasındaki yer.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cehil:
bilgisizlik, cehalet, cahillik.
cereyan:
olma, meydana gelme.
cismaniyet:
cismanî oluş, cisimle
ilgili olma, maddiyat.
emel:
şiddet arzu, ümit.
evliya:
velîler, Allah dostları.
fesübhanallah:
Allah’ı her türlü
kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih
ederim” manasındadır. Şaşkınlığı
anlatmak için kullanılır.
hâlet:
hâl, durum.
hâlet-i yakaza:
uyanıklık hâli,
uyanıkken.
hicap:
perde, örtü.
ibadet:
kulluk görevi.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!
ilim:
bilgi, marifet.
iman:
inanç, itikat.
inbisat:
yayılma, genişleme.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma; gelişme.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
isti’zam:
çok çok büyük bir şey
olarak görme, imkânsız olacak gi-
bi büyük kabul etme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
ş
emme
| 314 | Mesnevî-i nuriye
kayyum:
her şeyin varlığı
onunla ayakta duran ve de-
vam eden.
kesif:
kaba, yoğun, şeffaf ol-
mayan.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
lâtif:
yumuşak, tatlı, narin; cis-
manî olmayan, ruhanî.
maahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
masiyet:
asilik, itaatsizlik. is-
yan.
melekût:
iç, iç kısım.
menfez:
delik, aralık.
mesafe:
uzaklık, ara.
meselâ:
örneğin.
mesele:
önemli konu.
miskin:
uyuşuk, tembel, hare-
ketsiz, zavallı.
mizan:
terazi, ölçü.
mukayyet:
kayıtlı, sınırlı, bağ-
lı.
mülk:
dış, dış kısım; bir şeyin
görünen kısmı.
nâr:
ateş; cehennem.
netice-i tevhid:
yaratıcının bir
tek oluşu sonucu.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sahih:
doğru, kusursuz, tam,
sağlam.
şeffaf:
saydam.
sür’at-i ruh:
ruhun hızı.
tahammül:
yüklenme, yüke
katlanma; kaldırabilme.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
zarfında:
süresince.
zerrat-ı âlem:
âlemdeki zer-
reler, atomlar.