ifa etmiş olur. Fakat kendisine müstakil nazarıyla bakmak-
la, kendisini malik itikat ederse,
(1)
Én
¡«
s
°Sn
O r
øn
e n
ÜÉn
N r
ón
bn
h
’nın
şümulüne dâhil olmakla, emanette hıyanet etmiş olur. zi-
ra, semavat ve arzın hamlinden korkarak imtina ettikleri
cihet, enenin bu cihetidir. Çünkü, dalâletler, şirkler, şer-
ler bu cihetten doğarlar. eğer, vaktiyle o enenin şiddetli
bir terbiye ile başı kırılmaz ise büyür, insanın vücudunu
yutar. eğer, milletin de enaniyeti inzimam ederse, sâni-
in emrine karşı mübarezeye çıkar, tam manasıyla bir şey-
tan olur. sonra, halkı da kendisine kıyas eder, esbabı da
o kıyasa dâhil eder, büyük bir şirke düşer–eliyazübillâh.
Mühim Bir Mesele
Ene
’nin iki vechi vardır. Bir vechini nübüvvet almıştır,
bir vechini de felsefe almıştır.
• Birinci vecih, ubudiyet-i mahzaya menşedir. Mahiye-
ti harfiye olup, müstakil değildir; vücudu tebeî olup, aslî
değildir; malikiyeti vehmî olup, hakikî değildir. Vazifesi,
Hâlık’ın sıfâtını fehmetmek için bir mizan ve bir mikyas
olmaktır.
enbiya aleyhimüsselâm, enaniyetin bu vechine bak-
makla, mülkü tamamen Allah’a teslim ederek, ne mül-
künde, ne rububiyetinde, ne ulûhiyetinde şeriki olmadı-
ğına hükmetmişlerdir.
Mesnevî-i nuriye | 317 |
ş
emme
imtina:
bir fiili yapmaktan kaçın-
ma, yapmama, çekinme, geri dur-
ma, içtinap.
inzimam:
birbirine ilâve olunma,
katılma, eklenme.
itikat:
kesin inanma, iman.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi baş-
ka bir şeye benzeterek hüküm
verme.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
malik:
sahip.
malikiyet:
maliklik, malik ve sa-
hip olma.
menşe:
esas, kaynak.
mesele:
önemli konu.
mikyas:
ölçü aleti, ölçek.
mizan:
terazi, ölçü.
mübareze:
çatışma, kavga.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müstakil:
bağımsız, başkasına tâ-
bi olmayan.
nazar:
bakış, dikkat.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik,
Allah elçiliği.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onu terbiye etmesi ve idaresi al-
tında bulundurması.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
semavat:
semalar, gökler.
şer:
kötülük.
şerik:
ortak.
sıfât:
vasıf, nitelik.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Al-
lah’tan başka yaratıcının bulundu-
ğuna inanma.
şümul:
içine alma, kapsam.
tebeî:
kastî olmayan, ikincil olarak
başkasının vücudu ile devam
eden.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme, eğitme.
ubudiyet-i mahza:
tam, eksiksiz
ve kusursuz kulluk vazifesi.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allahlık.
vazife:
görev.
vecih:
cihet, yön.
vehmî:
vehimle ilgili, aslında var
olmadığı hâlde varmış gibi görü-
len her hangi bir şeye ait.
aleyhimüsselâm:
Allah’ın se-
lâmı onların üzerine olsun.
arz:
yer, dünya.
aslî:
bir şeyin kendisiyle ilgili
olan, katma olmayan.
cihet:
yön.
dâhil:
girme, içinde olma.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
eliyazübillâh:
Allah esirgesin,
Allah korusun.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
enbiya:
nebîler, peygamber-
ler.
ene:
ben, benlik.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fehmetmek:
anlamak, kavra-
mak, idrak etmek.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
hakikî:
gerçek.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
haml:
yükleme, yüklenme.
harfiye:
tek başına bir anlamı
olmayan şey.
hıyanet:
hainlik, kendine olan
güveni kötüye kullanma.
hükmetme:
karar vermek,
inanca varmak.
ifa:
bir işi yapma, yerine getir-
me.
1.
Nefsini günaha daldıran da hüsrana düşmüştür. (Şems Suresi: 10.)