Mesnevi-i Nuriye - page 312

İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanları fikren dalâlete atan sebeplerden biri, ülfeti
ilim telâkki etmeleridir.
Yani, me’lûfları olan şeyleri ken-
dilerince malûm bilirler. Hatta, ülfet dolayısıyla adiyata
teemmül edip ehemmiyet vermezler. Hâlbuki, ülfetlerin-
den dolayı malûm zannettikleri o adî şeyler, birer harika
ve birer mu’cize-i kudret oldukları hâlde, ülfet saikasıyla
onları teemmüle, dikkate almıyorlar; tâ onların fevkinde
olan tecelliyat-ı seyyaleye im’an-ı nazar edebilsinler.
Bunların meseli, deniz kenarında durup, denizin içerisin-
deki hayvanata ve sair garip hâlâtına bakmayarak, yalnız
rüzgâr ile husule gelen dalgalara ve şemsin şuaatından
peyda olan pırıltısına dikkat etmekle, malikü’l-bihar olan
Allah’ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanların arza ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyat-
ları ülfete mebnidir.
Ülfet ise, cehl-i mürekkep üstüne
serilmiş bir perdedir.
Hakikate bakılırsa, zannettikleri
ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, kur’ân, ayetleriyle
insanların nazarını me’lûfatları olan şeylere çeviriyor.
Ayetler, necimler gibi, ülfet perdesini deler atar, insanın
kulağından tutar başını eğdirir, o ülfetin altındaki havari-
ku’l-âdât mu’cizeleri o adiyat içerisinde gösterir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Aralarında münasebet, muamele, hatta mükâleme bu-
lunan iki şeyin birbirine müşabih veya müsavi olmasını
adî:
basit, bayağı, sıradan.
adiyat:
her zaman olagelen, alışıl-
mış, sıradan şeyler, basit işler.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
azamet:
büyüklük.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cehil:
bilgisizlik, cehalet, cahillik.
cehl-i mürekkep:
bilmemekle
beraber, bilmediğini de bilme-
mek, katmerli cahillik, kara cahil-
lik.
dalâlet:
Hak ve hakikatten sap-
ma, doğru yoldan ayrılma, azma.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
fevkinde:
üstünde.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zihnen.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hâlât:
hâller, durumlar, vaziyetler.
harika:
olağanüstü.
havariku’l-âdât:
olağanüstü şey-
ler.
hayvanat:
hayvanlar.
husul:
olma, meydana gelme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!
ilim:
bilgi, marifet.
im’an-ı nazar:
bir işi dikkatli dü-
şünme, inceden inceye tetkik et-
me.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
ş
emme
| 312 | Mesnevî-i nuriye
malikü’l-bihar:
denizlerin sa-
hibi.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
malûmat:
bilgiler, bilinen şey-
ler.
me’lûf:
alışılmış, ülfet edilmiş.
mebni:
bir şeye dayanan, isti-
nat eden.
me’lûfat:
alışılmış, ülfet edil-
miş şeyler.
mesel:
örnek.
muamele:
davranış, birbiri ile
iş görme.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların âciz kaldığı şey.
mu’cize-i kudret:
Cenab-ı
Hakkın kudretinin mu’cizesi.
mükâleme:
konuşma.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
müşabih:
birbirine benzeyen,
aralarında benzerlik bulunan
şeylerden her biri.
müsavi:
eşit.
müsellemat-ı bedihiyat:
apa-
çık oluşları sebebiyle itirazsız
ve zorlanmadan kabul edilen
şeyler.
nazar:
bakış, dikkat.
necim:
yıldız.
peyda:
meydana gelme, açığa
çıkma.
saika:
sevk eden, sürükleyen,
sebep olan.
sair:
diğer, başka, öteki.
şems:
güneş.
sır:
gizli hakikat.
şuaat:
şualar, ışınlar, parıltılar.
tecelliyat-ı seyyale:
akıp gi-
den görüntüler; gelip geçen
tecelliler.
teemmül:
inceden inceye, et-
raflıca düşünme.
telâkki:
anlama, kabul etme.
ülfet:
alışkanlık hâline getir-
me, huy edinme.
1...,302,303,304,305,306,307,308,309,310,311 313,314,315,316,317,318,319,320,321,322,...528
Powered by FlippingBook