İ’lemEyyühe’l-Aziz!
kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Âlemin
kapıları açık ise de, manen kapalıdır. Cenab-ı Hak bütün
o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan ene namında bir mifta-
hı insanın eline vermiştir. Fakat, ene de kapısı kapalı bir
bilmecedir; bunun kapısı açılıyorsa, kâinatın da kapıları
açılıyor.
evet,
Cenab-ı Hak insana bir benlik, bir nevi hürriyet
vermiştir ki; Cenab-ı Hakkın rububiyetine ait evsafı bil-
mek için, mevhum farazî bir vahid-i kıyasî yapsın.
Mahiyet-i beşerde pek ince bir ip, insanın vücudunda
şuurlu bir kıl, şahsın kitabında bir elif kıymetinde ve mik-
tarında olan enenin iki vechi vardır: Biri, hayra bakar.
Bu vecihle yalnız kabil-i feyizdir, fail değildir. diğer vec-
hi ise, şerre bakar. Bu vecihle kendisini fail bilir.
Enenin mahiyeti mevhumedir, rububiyeti hayalîdir,
vücudu bir şeye hamil olamaz. Ancak, mizanü’l-hararet
gibi, Vacibü’l-Vücud’un rububiyetine ait sıfât-ı mutlaka-i
muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor.
eğer insan, benliğine mizan nazarıyla bakarsa, kâinat-
tan zihnine akıp gelen afakî malûmatı kendi malûmatıyla,
tasarrufat ve sıfât-ı İlâhiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder;
yine merciine iade eder ve bu sayede
(1)
Én
¡«
s
cn
R r
øn
e n
ín
?r
an
G r
ón
b
’daki
(2)
r
øn
e
şümulüne dâhil olarak, bihakkın emaneti
afakî:
dışa dönük.
âlem:
dünya, cihan.
bihakkın:
tamamıyla, hakkıyla.
dâhil:
içine alma, sokma.
ene:
ben, benlik.
evsaf:
vasıflar, nitelikler, özellikler.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir eden.
farazî:
farz, takdir ve tahmin usu-
lüne dayanan, varsayılı.
hamil:
yüklenici, omuzlayıcı.
hayalî:
hayalle ilgili, gerçek olma-
yan.
hüsran:
zarar, ziyan, kayıp.
iade:
geri verme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!
kabil-i feyiz:
bilgi, ilim irfan kabi-
liyeti, yeteneği.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kenz-i mahfî:
gizli hazine.
kıymet:
değer.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
mahiyet-i beşer:
insanın yaratılış
gayesi, maksadı; insanın özelliği.
malûmat:
bilgiler, bilinen şeyler.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
merci:
merkez, kaynak.
mevhum:
hakikatte olmayan, ve-
him ve hayal ürünü olan.
mevhume:
vehim, kuruntu ve ha-
yal türünden olan şey.
miftah:
açan alet, anahtar.
mizan:
terazi.
mizanü’l-hararet:
sıcaklıkölçer,
termometre.
nam:
ad.
nazar:
bakış, dikkat.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
nevi:
çeşit, tür.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın
her zaman, her yerde, her
mahlûka muhtaç olduğu şey-
leri vermesi, onu terbiye et-
mesi ve idaresi altında bulun-
durma vasfı.
şer:
kötülük.
sıfât-ı ilâhiye:
Allah’ın sıfatla-
rı.
sıfât-ı mutlaka-i muhita:
her
şeyi kuşatan sonsuz mükem-
mel sıfatlar, vasıflar.
şümul:
içine alma, kapsam.
şuur:
bilinç.
tasarrufat:
tasarruflar, idare
etmeler.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahid-i kıyasî:
ölçmeye esas
olan şey, birim, ölçü birimi.
vazife:
görev.
vecih:
cihet, yön.
1.
Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems Suresi: 9.)
2.
O kimse ki...
ş
emme
| 316 | Mesnevî-i nuriye