Esbab-ı zahiriyeyi perestiş edenleri aldatan, iki şeyin
beraber gelmesi veya bulunmasıdır
–ki, iktiran tabir edi-
lir–
birbirine illet zannetmeleridir.
Hem, bir şeyin ademi, bir nimetin madum olmasına il-
let olduğundan, tevehhüm eder ki, o şeyin vücudu dahi o
nimetin vücuduna illettir. Şükrünü, minnettarlığını o şe-
ye verir, hataya düşer. Çünkü
bir nimetin vücudu, o ni-
metin umum mukaddematına ve şeraitine terettüp eder.
Hâlbuki, o nimetin ademi bir tek şartın ademiyle oluyor.
Meselâ, bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan
adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin ademine
sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vü-
cudu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şeraitin vücu-
duna tevakkufla beraber, illet-i hakikî olan kudret ve ira-
de-i rabbaniye ile vücuda gelir. İşte bu mağlâtanın ne
kadar hatası zahir olduğunu anla ve esbapperestlerin de
ne kadar hata ettiklerini bil.
Evet, iktiran ayrıdır, illet ayrıdır.
Bir nimet sana geli-
yor; fakat bir insanın sana karşı ihsan niyeti, o nimete
mukarin olmuş, fakat illet olmamış. İllet, rahmet-i İlâhi-
yedir. evet, o adam ihsan etmeyi niyet etmeseydi, o ni-
met sana gelmezdi, nimetin ademine illet olurdu. Fakat,
mezkûr kaideye binaen, o meyl-i ihsan, o nimete illet
olamaz, ancak yüzer şeraitin bir şartı olabilir.
Meselâ, risale-i nur’un şakirtleri içinde Cenab-ı Hak-
kın nimetlerine mazhar bazı zatlar –Hüsrev, re’fet gibi–
iktiranı illetle iltibas etmişler. üstadına fazla minnettarlık
adem:
yokluk.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cetvel:
su kanalı, kanal.
esbab-ı zahiriye:
görünürdeki se-
bepler.
esbapperest:
varlıkların ya-
ratılışlarını sebeplere bağlayan,
onlardan olduğuna inanan kimse.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
iktiran:
iki şeyin beraber gelmesi.
illet:
sebep.
illet-i hakikî:
gerçek sebep.
iltibas:
karıştırmak.
irade-i rabbanîye:
Cenab-ı
Hakkın mahlûkatın terbiye, tedbir
ve idaresi konusundaki yapabilme
gücü, kudreti.
kaide:
kural, esas, düstur.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
kudret-i rabbaniye:
her şeyi ter-
biye eden Allah’ın sonsuz kudret
ve kuvveti.
madum:
yok olan, mevcut olma-
yan, bulunmayan.
Z
ühre
| 276 | Mesnevî-i nuriye
mağlâta:
mugalâta, zihin
karıştıracak saçma söz, boş ve
manasız söz, karşısındakini
yanıltmak için söylenen boş
lâkırdı.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
meselâ:
örneğin.
meyl-i ihsan:
iyilik, lütuf mey-
li, iyilik arzusu, bağışlama ar-
zusu.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
mukaddemat:
başlangıçlar.
mukarin:
bitişik, yaklaşmış.
nimet:
Allah’ın bağışladığı
maddî ve manevî lütuf ve ik-
ramlar.
niyet:
.
perestiş:
tapma, aşırı derece-
de sevme, meftunluk.
rahmet-i ilâhiye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şerait:
şartlar.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
tabir:
ifade.
terettüp:
sıralanma, sırasında
olma, sırası gelme.
tevakkuf:
ilgili olma, bağlı ol-
ma.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
umum:
bütün.
zahir:
açık, belli, meydanda.
zat:
kişi, şahıs.