Mesnevi-i Nuriye - page 272

(1)
o
ABɰn
ûn
j r
øn
e …/
ór
¡n
j %G s
øp
µ`'
dn
h n
âr
Ñn
Ñ`r
Mn
G r
øn
e …/
ór
¡n
J n
’ n
?s
fp
G
sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet ver-
mek, Cenab-ı Hakkın vazifesidir. Cenab-ı Hakkın vazife-
sine karışmazdı.
öyle ise, işte ey kardeşlerim! siz de, size ait olmayan
vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâ-
lık’ınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız.
İkinci Mesele:
Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-i İlâhîye
bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-i
Hak’tır. Semeratı ve fevaidi uhreviyedir. Fakat ille-i gai-
ye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünya-
ya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenil-
meyerek verilen semereler, ubudiyete münafi olmaz.
Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçer-
ler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudi-
yete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa,
o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hasiyetli virdi akim
bırakır, netice vermez.
İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hasiyeti ve fay-
dası bulunan evrad-ı kudsiye-i Şah-ı nakşibendîyi veya
bin hasiyeti bulunan
Cevşenü’l-Kebir
’i, o faydaların bazı-
larını maksud-i bizzat niyet ederek okuyorlar. o faydala-
rı göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hak-
ları yoktur. Çünkü o faydalar, o evratların illeti olamaz.
Ve ondan onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü
onlar fazlî bir surette, o halis virde talepsiz terettüp eder.
akim:
neticesiz, sonu yok, ba-
şarısız.
bina:
yapma, kurma.
bizzat:
kendisi, şahsen.
Cevşenü’l-Kebir:
büyük zırh an-
lamındaki Hz. Muhammed (asm)
Efendimize vahiyle gelen, Esma-i
Hüsnayı içine alan emsalsiz bir
münacat ve benzersiz bir dua.
cüz:
kısım, parça.
dâî:
davet eden, çağıran.
emr-i ilâhî:
İlâhî iş; Allah’ın emri.
evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı nakşi-
bendî:
Şah-ı Nakşibendî Hazretle-
rinin önemli bir duası.
evrat:
virtler, okunması âdet olan
dinî dualar.
fazlî:
lütuf olarak, karşılıksız veri-
len.
fevait:
faydalar, menfaatler.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
halis:
saf, samimî.
harekât:
hareketler, davranışlar.
hasiyet:
hususî fayda, özellik.
hidayet:
doğru inanç ve yaşayış
üzere olmak.
hükmüne:
yerine, değerine.
ille-i gaiye:
gerçekleştirilmesi,
meydana gelmesi için çaba harca-
nan şey, amaç, ideal.
illet:
sebep, gaye.
iptal:
boş, hükümsüz bırakma.
kasten:
bile bile, isteyerek, kasıtlı
olarak.
kısmen:
kısmî olarak, bazı yön-
den.
maksud-i bizzat:
kendi maksadı,
şahsî gaye, şahsî amaç.
menfaat:
fayda.
meselâ:
örneğin.
mesele:
önemli konu.
münafi:
zıt, aykırı.
müreccih:
tercih eden, üstün
tutan.
müşevvik:
teşvik eden, isteği-
ni arttıran, arzu ve hevesini
arttıran.
rıza-i Hak:
Allah’ın rızası, hoş-
nutluğu.
rıza-i ilâhî:
Allah’ın rızası, hoş-
nutluğu.
semerat:
semereler, meyve-
ler.
semere:
meyve, güzel netice.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, şekil, tarz.
talep:
istek, dilek.
terettüp:
sıralanma, sırasında
olma, sırası gelme; sonuç ola-
rak çıkma..
ubudiyet:
kulluk.
uhreviye:
ahirete dair, ahire-
te ait.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
virt:
zikir; belli zamanlarda,
belli sayıda, belli duaların zikir
olarak belli biçimde ve düzenli
şekilde okunması.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak
dua etme, Allah’ı anma.
1.
Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. (Kasas
Suresi: 56.)
Z
ühre
| 272 | Mesnevî-i nuriye
1...,262,263,264,265,266,267,268,269,270,271 273,274,275,276,277,278,279,280,281,282,...528
Powered by FlippingBook