Mesnevi-i Nuriye - page 189

Yalnız, umumî âlemin merkezi şemstir; hususî âlemlerin
merkezi ise şahıstır. Her hususî âlemin anahtarları o âle-
min sahibinde olup, letaifiyle bağlıdır. o şahsî âlemlerin
saffeti, hüsnü ve kubhu, ziyası ve zulmeti, merkezleri
olan eşhasa tâbidir. evet, âyinede irtisam eden bir bah-
çe, hareket, tagayyür ve sair ahvalinde âyineye tâbi ol-
duğu gibi, her şahsın âlemi de merkezi olan o şahsa tâ-
bidir-gölge ve misal gibi.
Binaenaleyh, cisminin küçüklüğüne bakıp da günahla-
rını küçük zannetme. Çünkü, kalbin kasavetinden bir
zerre, senin şahsî âleminin bütün yıldızlarını küsufa tut-
turur.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
otuz seneden beri iki tağut ile mücadelem vardır: Biri
insandadır, diğeri âlemdedir; biri ene’dir, diğeri tabiat’tır.
Birinci tağutu gayr-i kastî, gölgevari bir ayna gibi gör-
düm. Fakat, o tağutu kasten veya bizzat nazar-ı ehemmi-
yete alanlar, nemrut ve firavun olurlar.
İkinci tağut ise, onu İlâhî bir sanat, rahmanî bir sıb-
gat, yani nakışlı bir boya şeklinde gördüm. Fakat, gaflet
nazarıyla bakılırsa, tabiat zannedilir ve maddiyyunlarca
bir ilâh olur. Maahaza, o tabiat zannedilen şey, İlâhî bir
sanattır. Cenab-ı Hakka hamd ve şükürler olsun ki,
kur’ân’ın feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tağutun
ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıyla neticelendi.
Mesnevî-i nuriye | 189 |
h
aBBe
ve ebedî olduğuna, sonradan ya-
ratılmamış bulunduğuna inanan-
lar, maddeye bağlı kalanlar, mad-
deciler, materyalistler.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
misal:
örnek, numune.
mücadele:
savaşma, çatışma,
kavga.
nakış:
işleme, süsleme.
nazar:
bakış, bakış açısı.
nazar-ı ehemmiyet:
pek önemli
görerek, pek mühim olduğunu
düşünerek olan bakış.
nemrut:
yüzü gülmez, katı yürek-
li, inatçı, zalim kimse.
rahmanî:
bütün varlıkların rızık-
larını münasip bir şekilde karşıla-
yan Allah’a ait.
saffet:
saflık, halislik, temizlik,
paklık.
sair:
diğer, başka, öteki.
sanem:
put, Allah’tan başka tapı-
nılan şey.
sıbgat:
boyalar.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, özel.
şems:
güneş.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hâl ile Allah’ı hamd et-
me.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
tabiat:
var olan her şeyin yaratılış
ve yaşayış kurallarının tümü.
tagayyür:
değişme, başkalaşma.
tağut:
insanları Allah’a karşı isya-
na sevk eden , isyankâr; her batıl
ma’bud, şeytan.
umumî:
herkese ait, genel.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
zulmet:
karanlık.
ahval:
hâller, durumlar.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
Binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
bizzat:
kendisi, şahsen.
ene:
ben, benlik.
eşhas:
şahıslar, kimseler.
feyiz:
bolluk, bereket, ihsan,
bağış.
firavun:
zalim, imansız; kibirli,
gururlu ve inatçı.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak.
gayr-i kastî:
kastî olmayan,
isteyerek bile bile yapılma-
yan.
gölgevari:
gölge gibi.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
hususî:
özel.
hüsün:
güzellik.
ilâh:
kendisine ibadet edinilen
ve tapınılan şey.
ilâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
irtisam:
resmolma, resimle-
me.
kasavet:
katılık.
kasten:
bile bile, isteyerek,
kasıtlı olarak.
kubuh:
çirkinlik.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
küsuf:
güneş tutulması.
letaif:
manevî duygular.
maahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
maddiyyun:
maddenin ezelî
1...,179,180,181,182,183,184,185,186,187,188 190,191,192,193,194,195,196,197,198,199,...528
Powered by FlippingBook