Mesnevi-i Nuriye - page 188

etmiyor; ebedî, sermedî bir bekadan maada, bir şeye ra-
zı olmuyor.
İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlâs altında
İslâmiyetle iska edilmekle, imanla intibaha gelirse, nura-
nî, misalî âlem-i emirden gelen emir ile öyle bir şecere-i
nuranî olarak yeşillenir ki, onun cismanî âlemine ruh
olur. eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse,
kuru bir çekirdek kalarak, nura inkılâp edinceye kadar
ateşle yanması lâzımdır.
Ve keza, o habbe-i kalb için pek çok hizmetçi vardır
ki, o hadimler kalbin hayatıyla hayat bulup inbisat eder-
lerse, kocaman kâinat onlara tenezzüh ve seyrangâh
olur. Hatta kalbin hadimlerinden bulunan hayal, meselâ
en zayıf, en kıymetsizken, hapiste ve zindanda kayıtlı
olan sahibini bütün dünyada gezdirir, ferahlandırır; ve
şarkta namaz kılanın başını Hacerü’l-esved’in altına koy-
durur; ve şahadetlerini, Hacerü’l-esved’e muhafaza için
tevdi ettirir.
Madem benîâdem kâinatın semeresidir, nasıl ki bir
harmanda başaklar dövülür, tasfiye neticesinde semere-
ler istibka ve iddihar edilir; binaenaleyh, haşir meydanı
da bir harmandır, kâinatın başak ve semeresi olan benî-
âdemi intizar etmektedir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Şu görünen umumî âlemde, her insanın hususî bir
âlemi vardır. Bu hususî âlemler, umumî âlemin aynıdır.
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
âlem-i emir:
Cenab-ı Hakkın de-
ğişmeyen sabit hakikatler şeklin-
de devam eden kanunları âlemi.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
benîâdem:
âdemoğlu, insan.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cismanî:
bedene ait, vücutla ilgili;
maddî ve cisimli olma.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
emir:
iş buyurma, buyruk.
habbe-i kalp:
kalp çekirdeği, çe-
kirdek gibi olan kalp.
Hacerü’l-esved:
Kâbe’de bulunan
meşhur siyah taş.
hadim:
hademe, hizmetçi.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
hususî:
özel.
iddihar:
biriktirme, toplama, yığ-
ma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
iman:
inanç, itikat.
inbisat:
yayılma, genişleme.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
intibah:
uyanıklık.
intizar:
bekleme, gözleme.
iska:
su verme, sulama, suvarma.
h
aBBe
| 188 | Mesnevî-i nuriye
istibka:
devamını isteme, sü-
rüp gitmesini, sürekli olmasını
isteme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıymet:
değer.
maada:
başka, gayri, -den
başka.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
meselâ:
örneğin.
misalî:
maddî olmayan; bir şe-
yin kuramsal olarak simgele-
nişine ait.
muhafaza:
koruma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
ruh:
hayat ve canlılık veren
şey.
semere:
meyve, yemiş.
sermedî:
ebedî, daimî, sürek-
li.
seyrangâh:
seyir yeri, eğlence
ve gezme yeri.
şahadet:
Allah’ın varlık ve bir-
liğini kabul ve ilân ediş anla-
mındaki şahitliği ifade eden
namazda okunan dualar.
şark:
doğu, doğu bölgeleri.
şecere-i nuranî:
nurlu ağaç.
tasfiye:
saflaştırma, saf kılma,
arıtma.
tenezzüh:
gezinti.
terbiye:
eğitim; iyi ahlak, say-
gı ve edep öğrenme.
tevdi:
emanet etme, teslim
etme.
ubudiyet:
kulluk.
umumî:
herkese ait, genel.
zindan:
hapishane.
1...,178,179,180,181,182,183,184,185,186,187 189,190,191,192,193,194,195,196,197,198,...528
Powered by FlippingBook