Mesnevi-i Nuriye - page 190

evet,
Nokta, Katre, Zerre, Şemme, Habbe, Hubab
ri-
salelerimde ispat ve izah edildiği gibi, mevhum olan ta-
biat perdesi parçalanarak, altında şeriat-ı fıtriye-i İlâhiye
ve sanat-ı şuuriye-i rahmaniye güneş gibi ortaya çıkmış-
tır. Ve keza, firavunluğa delâlet eden ene’den sâni-i zül-
celâl’e raci olan “Hüve” tebarüz etti.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
dünyada sana ait çok emirler vardır. Amma ne mahi-
yetlerinden ve ne akıbetlerinden haberin olmuyor.
• Biri cesettir. evet, cesedin genç iken lâtif, zarif ve
güzel gül çiçeğine benzerse de, ihtiyarlığında kuru ve
uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder.
• Biri de hayat ve hayvaniyettir. Bunun da sonu ölüm
ve zevaldir.
• Biri de insaniyettir. Bu ise, zeval ve beka arasında
mütereddittir. daim-i Bâkî’nin zikri ile muhafazası lâzım-
dır.
• Biri de ömür ve yaşayıştır. Bunun da hududu tayin
edilmiştir. ne ileri ve ne de geri bir adım atılamaz. Bu-
nun için, elem çekme, mahzun olma; tahammülünden
âciz, takatinden hariç olduğun tûl-i emel yükünü yüklen-
me.
• Biri de vücuttur. Vücut zaten senin mülkün değildir.
onun maliki ancak Malikü’l-Mülk’tür. Ve senden daha
ziyade senin vücuduna şefkatlidir. Binaenaleyh,
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
akıbet:
nihayet, sonuç.
amma:
ama, lâkin, ancak.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
ceset:
vücut, beden.
Daim-i Bâkî:
varlığı sonsuz ve
sürekli olan Allah.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
ene:
ben, benlik.
firavun:
zalim, imansız; kibirli, gu-
rurlu ve inatçı.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hayvaniyet:
hayvanlık.
hudut:
sınırlar.
Hüve:
Arabcada o. (üçüncü tekil
şahıs zamiri.).
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
insaniyet:
insanlık, insanlık mahi-
yeti.
ispat:
sağlam ve dayanıklı hale
getirme; doğruyu delillerle göster-
me.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
mahzun:
hüzünlü, kederli, kaygı-
lı, dertli, üzüntülü.
malik:
sahip.
Malikü’l-Mülk:
mülkün maliki;
bütün mülklerin sahibi, her şeyin
maliki olan Allah.
mevhum:
hakikatte olmayan, ve-
him ve hayal ürünü olan.
h
aBBe
| 190 | Mesnevî-i nuriye
muhafaza:
koruma.
mütereddit:
iki şey arasında
gidip gelen, kararsız.
raci:
dönen.
sanat-ı şuuriye-i rahmaniye:
sonsuz merhamet sahibi olan
Allah’ın bilerek şefkat ve mer-
hamet ile yaptığı sanat.
sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi olan ve her şeyi sa-
natla yaratan, Allah (cc.).
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
şeriat-ı fıtriye-i ilâhiye:
Ce-
nab-ı Hakkın bütün kâinatı
kuşatan yaratılış kanunları.
tabiat:
var olan her şeyin ya-
ratılış ve yaşayış kurallarının
tümü.
tahammül:
zor ve güç du-
rumlara karşı koyabilme, kat-
lanma.
tahavvül:
değişme, dönüşme,
başkalaşma.
takat:
bir şeyi yapabilme, ba-
şarabilme gücü, güç, kuvvet,
derman.
tayin:
belirleme, gösterme, sı-
nırını çizme.
tebarüz:
belli olma, görünme,
bariz hale gelme.
tûl-i emel:
emelin uzunluğu,
dünya hayatının kısa ve geçi-
ciliğine rağmen dünya işlerine
karşı gösterilen aşırı arzu, is-
tek.
vücut:
beden, varlık.
zarif:
zerafetli, güzel, şık.
zeval:
sona erme, yok olma,
ölme.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak
dua etme, Allah’ı anma.
ziyade:
çok, fazla.
1...,180,181,182,183,184,185,186,187,188,189 191,192,193,194,195,196,197,198,199,200,...528
Powered by FlippingBook