Ve illâ muhakkak bilsin ki, semavat ve arzın haricine
kaçıp kurtulamayan insan, Hâlık-ı küll-i Şey’in rububiye-
tine muhabbetle rızadâde olmalıdır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Bir şeyin sânii o şeyin içinde olursa, aralarında tam bir
münasebet lâzımdır ve masnuatın adedince sânilerin ço-
ğalması lâzımdır. Bu ise muhaldir. öyle ise, sâni masnu
içinde olamaz. Meselâ, matbaa ile teksir edilen bir kitap,
yine bir adamın kalemiyle yazılıyor. o kitabın nakışları,
harfleri kendisinden sümbüllenmez. kâtip de o kitabet
sanatı içinde değildir. Ve illâ, intizamdan çıkar. öyle ise,
masnuun nakışları kendisinden değildir; ancak kudret
kalemiyle, kaderin takdiri üzerine yazılıyor.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Aklın pek garip bir hâli vardır. öyle bir yed-i tûlâ sa-
hibidir ki, bazen kâinatı ihata etmekle kucağına alıyor.
Bazen daire-i imkândan çıkar, en yüksek dairelere mü-
dahaleye çalışır. Bazen da bir katre suda boğulur, bir zer-
re içinde yok olur, bir kılda kaybolur. Maahaza, hangi
şeyde fenâ ve kaybolursa, bütün varlığı o şeye münhasır
olduğunu bilir. Ve hangi bir noktaya girse, bütün âlemi
beraberce götürmek isteğindedir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
eğer dünyanın veya vücudun mülkiyeti, zilliyeti sende
ise, taahhüt, tahaffuz, korku külfetleriyle nimetlerden
âlem:
dünya, cihan.
arz:
yer, dünya.
daire-i imkân:
imkân âlemi, kâi-
nat ve varlıklar âlemine ait âlem.
fenâ:
yokluk, son bulma, geçicilik.
garip:
tuhaf, hayret verici.
Hâlık-ı Külli Şey:
kâinatta mevcut
olan her şeyin yaratıcısı, Allah.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
ihata:
kuşatma, içine alma.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
illâ:
mutlaka, muhakkak, ne olur-
sa olsun.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
kader:
İlâhî hüküm; Cenab-ı Hak-
kın takdir ve tayin etmesi.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kâtip:
yazan, yazıcı.
katre:
damla.
kitabet:
kâtiplik, yazma.
h
aBBe
| 196 | Mesnevî-i nuriye
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
külfet:
zahmet, sıkıntı.
maahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
masnu:
sanatla yapılmış eşya,
varlık.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.
meselâ:
örneğin.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhal:
imkânsız.
müdahale:
karışma.
mülkiyet:
mülk sahipliği.
münasebet:
münasiplik, iki
şey arasındaki uygunluk.
münhasır:
hasredilmiş, ayrıl-
mış, bir şeye veya kimseye
mahsus.
nakış:
işleme, süsleme.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rızadâde:
razı olmuş, rıza gös-
termiş, kabul etmiş.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın
her zaman, her yerde, her
mahlûka muhtaç olduğu şey-
leri vermesi, onu terbiye et-
mesi ve idaresi altında bulun-
durma vasfı.
sâni:
sanat eseri meydana ge-
tiren.
semavat:
semalar, gökler.
taahhüt:
bir işin yapılması için
söz verme, üzerine alma, yük-
lenme.
tahaffuz:
korunma, sakınma.
takdir:
Allah’ın takdiri, Allah’ın
ilmiyle belli bir düzen verme-
si.
teksir:
çoğaltma.
yed-i tûlâ:
tam, çok geniş ilim
ve ihtisas, ustalık.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zilliyet:
sahiplik, himaye edici
olma, koruyuculuk.