onun andelibi olur. Eğer pek büyük bir saray farz edilir-
se, nur-i Muhammedî o Sultan-ı Ezel’in makarr-ı saltanat
ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı sanatını ha-
vi olan o yüksek saraya nazır ve münadi ve teşrifatçı
olur. Bütün insanları davet ediyor. O sarayda bulunan
bütün antika sanatları, harikaları ve mu’cizeleri tarif edi-
yor. Halkı o Saray Sahibine, Sâniine iman etmek üzere
cazibedar, hayretefza davet ediyor.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Hilkat şeceresinin semeresi insandır. Malûmdur ki, se-
mere bütün eczanın en ekmeli ve kökten en uzağı oldu-
ğu için bütün eczanın hasiyetlerini, meziyetlerini havidir.
Ve keza, hilkat-i âlemin ille-i gaiye hükmünde olan çe-
kirdeği yine insandır. sonra, o şecerenin semeresi olan
insandan bir tanesini şecere-i İslâmiyete çekirdek ittihaz
etmiştir. demek o çekirdek, âlem-i İslâmiyetin hem ba-
nisidir, hem esasıdır, hem güneşidir.
Fakat, o çekirdeğin çekirdeği kalbdir. kalbin, ihtiyacat
saikasıyla, âlemin envaıyla, eczasıyla pek çok alâkaları
vardır. esma-i Hüsnanın bütün nurlarına ihtiyaçları var-
dır. dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri,
hem de düşmanları vardır. Ancak, ganî-i Mutlak ve Ha-
fiz-i Hakikî ile itminan edebilir.
Ve keza, o kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bir hari-
ta veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder. Ve
Vahid-i ehad’den başka, merkezinde, bir şeyi kabul
Mesnevî-i nuriye | 187 |
h
aBBe
de.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
ille-i gaiye:
gerçekleştirilmesi,
meydana gelmesi için çaba harca-
nan şey, amaç, ideal.
iman:
inanç, itikat.
itminan:
inanma, güvenme, gönül
rahatlığı içinde tereddütsüz kabul
etme.
ittihaz:
edinme, alma, kabul et-
me.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
keza:
böylece, aynı şekilde.
makarr-ı saltanat:
sultanlık mer-
kezi, hükümdarlık karargâhı.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
meziyet:
bir şeyi başkalarından
ayıran vasıf, üstünlük ve değerli-
lik vasfı.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
münadi:
ilân eden, bildiren, ya-
yan.
nazır:
nazar eden, bakan.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nur-i Muhammedî:
Hz. Muham-
med’in nuru, ışığı.
saika:
sevk eden, sürükleyen, se-
bep olan.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
semere:
meyve, yemiş.
sultan-ı ezel:
kudret kuvvet ve ik-
tidarı zamanla kayıtlı olmayan,
saltanatının başlangıcı olmayan
sultan.
şecere:
ağaç.
şecere-i islâmiyet:
İslâmiyet ağa-
cı.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını içi-
ne alacak şekilde anlatma.
tecelliyat-ı cemaliye:
Cenab-ı
Hakkın şefkat, merhamet, rahmet
ve muhabbet gibi manaları ihtiva
eden Cemal isminin tecellileri.
temsil:
birinin veya bir topluluğun
adına davranma; belirgin özellik-
leri ile yansıtma, sembolü olma,
simgeleme.
teşrifatçı:
tören ve davetlerde mi-
safirleri kurallara göre karşılamak-
la ve ağırlamakla görevli kimse.
vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
âlem-i islâmiyet:
İslâm âlemi,
İslâm dünyası.
andelip:
bülbül.
antika:
değerli ve mükemmel
sanat eseri.
âsâr-ı sanat:
Sanat eserleri.
bani:
bina eden, yapan.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
ekmel:
daha (en, pek) mü-
kemmel, en olgun, kusursuz
ve eksiksiz olan.
emel:
şiddet arzu, ümit.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
esma-i Hüsna:
Allah’ın adları,
Allah’ın doksan dokuz güzel
ismi.
farz:
bir netice elde etmek
için gerçek olarak kabul edi-
len bir tahminde bulunma.
fihriste:
katalog, liste.
Ganî-i Mutlak:
sonsuz ve sı-
nırsız zenginlik sahibi ve hiç
bir şeye ihtiyacı olmayan Al-
lah.
Hafîz-i Hakikî:
gerçek anlam-
da yarattıklarını koruyan ve
muhafaza eden Allah.
harika:
olağanüstü vasıflar ta-
şıyan ve hayranlık hissi uyan-
dıran.
hasiyet:
bir şeye has özellik,
nitelik.
haşmet:
ihtişam, heybet, bü-
yüklük.
havi:
içine alan, kapsayan, ku-
şatan.
hayretefza:
hayret arttıran.
hilkat:
yaratılış.
hilkat-i âlem:
âlemin yaratılı-
şı.
hükmünde:
değerinde, yerin-