Meselâ, göz nimetinin bütün hayvanlarda bulunması, se-
nin göze olan şiddet-i ihtiyacını tahfif etmediği gibi, gö-
zün kıymetini tenkis etmeye de sebep olamaz.
Ve keza, hususî ve tek bir nimetin tesadüfü mümkün
olsa bile, umumî bir nimet, behemehâl bir Mün’im’in
eser-i kasıt ve iradesidir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Her bir zîhayatın hayatında gayr-i mütenahi gayeler
vardır. Bu gayelerden zîhayata ait ancak binde birdir.
Bakî kalan gayeler, gayr-i mütenahi olan malikiyeti nis-
petinde hayatı icat eden zata aittir. öyle ise, büyük bir
mahlûkun küçük bir mahlûka tekebbür etmeye hakkı
yoktur.
Ve hakikate nazaran abesiyet de yoktur. Çünkü, bir
hayatın bütün faydaları bir zîhayata ait değildir ki, abes
olsun. evet, sath-ı arzda her sene yapılan ziyafet-i am-
me-i İlâhiye, nev-i beşere halife olduğu münasebetiyle bir
ikramdır; yoksa hepsi onun istifadesi için değildir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanın zihnine bazen şöyle bir vesvese gelir, der:
“sen de adî ve böcek gibi bir hayvansın. Hayvanlar-
dan fazla ne kıymetin var? Hem de, semavat ve arzı
yed-i kudretine alan Hâlık-ı zülcelâl’e karşı ne meziyetin
ve ne gibi bir hizmetin var ki, seninle meşgul olsun?”
Mesnevî-i nuriye | 183 |
Z
eYlü
’
l
-h
uBaB
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nispet:
oran, ölçü.
sath-ı arz:
yeryüzü, rûy-i zemin.
semavat:
semalar, gökler.
şiddet-i ihtiyaç:
ihtiyacın, muhtaç
olmanın şiddeti, ihtiyacın çok faz-
la olması.
tahfif:
hafifletme, yükünü azalt-
ma.
tekebbür:
kibirlenme, büyüklük
satma.
tenkis:
noksanlaştırma, eksiltme.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin kendi-
liğinden meydana gelmesi.
umumî:
genel.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşün-
ce.
yed-i kudret:
kudret eli, her şeyi
tutan Allah’ın kudret eli.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
zîhayat:
hayat sahibi.
zihin:
anlama, hatırlama yetene-
ği.
ziyafet-i amme-i ilâhiye:
Allah’ın
bütün mahlûkatı için verdiği ziya-
fet.
abes:
boş saçma, lüzumsuz ve
gayesiz iş.
abesiyet:
faydasız, boş, lü-
zumsuz ve gayesiz oluş.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
arz:
yer, dünya.
bâkî:
geri kalan.
behemehâl:
mutlaka, elbette,
ne yapıp edip.
eser-i kasıt ve irade:
bir güç,
irade, tercih ve kastın netice-
si, meyvesi.
gayr-ı mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
Hâlık-ı Zülcelâl:
Sonsuz bü-
yüklük sahibi yaratıcı, Allah.
halife:
yeryüzünde bazı hu-
suslarda Allah adına ve yine
Allah’ın izniyle hareket eden.
hususî:
özel.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ikram:
bağış, ihsan.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıymet:
değer.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafın-
dan yaratılmış olan.
malikiyet:
maliklik, malik ve
sahip olma.
meselâ:
örneğin.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgi-
lenen.
meziyet:
bir şeyi başkaların-
dan ayıran vasıf, üstünlük ve
değerlilik vasfı.
münasebet:
vesile, alâka, bağ.
Mün’im:
nimet veren, ikram
eden, Allah.
nazaran:
nispeten, kıyaslaya-
rak, göre.