eşya onun aleyhine olur. Allah’a mal olmak ise, bütün
eşyayı terk ve her şeyin ondan olduğunu ve ona rücu
ettiğini bilmekle olur.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Cenab-ı Hakkın sana in’am ettiği vücut ile, vücuda lâ-
zım olan şeyler, temlik suretiyle değildir; yani, senin mül-
kün ve malın olup, istediğin gibi tasarruf etmek için ve-
rilmemiştir. Ancak o gibi nimetlerde Allah’ın rızasına
muvafık tasarruf edilebilir.
evet, bir misafir, ev sahibinin iznine ve rızasına muva-
fık olmayacak derecede yemeklerde ve sair şeylerde is-
raf edemez.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
gözleri küsuf tutmuş bazı adamlar, gözleri önünde vu-
kua gelen gayr-i mahdut hususî haşr ü neşirleri kör göz-
leriyle gördükleri hâlde kıyamet-i kübrayı ve haşr-i umu-
miyeyi nasıl istiğrap ediyorlar? Acaba çiçek açıp semere
veren ağaçlarda her sene icat edilen meyvelerin haşr ü
neşirlerini gördükten sonra, haşr-i umumîyi istib’at eden
sıkılmaz mı? eğer onlar şuhudî bir yakin ile haşr-i umu-
mîyi görmek isterlerse, akıllarını da beraber bulundur-
mak şartıyla, yaz mevsiminde küre-i arz bahçesine
girsinler. Acaba ağaç dallarından sallanan o tatlı, ballı,
nazif, lâtif kudret mu’cizeleri o mahlûkat-ı lâtife, evvel-
kisinin, yani ölüp giden semeratın aynı veya misli değil
midir?
Mesnevî-i nuriye | 173 |
Z
eYlü
’
l
-h
uBaB
nazif:
temiz, pak, tahir.
nimet:
Allah’ın bağışladığı maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
rücu:
dönme, geri dönme.
sair:
diğer, başka, öteki.
semerat:
semereler, meyveler.
semere:
meyve, yemiş.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şuhudî:
görünebilme ile alâkalı,
vücut bulmaya dair.
tasarruf:
idare etme, kullanma.
temlik:
mülk olarak verme.
vuku:
olma, gerçekleşme, meyda-
na gelme.
vücut:
beden, varlık.
yakin:
kesin bilme, şüpheden sıy-
rılarak son derece doğru ve kuv-
vetli bilme.
aleyh:
ona karşı, onun üzeri-
ne.
evvel:
önce.
gayr-i mahdut:
hudutsuz, sı-
nırsız, sonsuz.
haşr ü neşir:
toplanıp dağıl-
ma, toplanıp yayılma.
haşr-i umumî:
yaratılan bü-
tün varlıkların kıyamet gü-
nünde tekrar dirilip toplanma-
ları.
haşr-i umumiye:
yaratılan
bütün varlıkların kıyamet gü-
nünde tekrar dirilip toplanma-
ları.
hususî:
özel.
icat:
vücuda getirilme, yoktan
var edilme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
in’am:
nimet verme, nimet-
lendirme, ihsan etme.
israf:
gereksiz yere harcama,
ihtiyaçtan fazlasını harcama,
savurganlık.
istib’at:
akıldan uzak görme,
yaklaştıramama.
istiğrap:
garip bulmak, şaşır-
mak ve hayret etmek.
kıyamet-i kübra:
en büyük
kıyamet, bütün kâinatın Allah
tarafından tayin edilen bir va-
kitte yıkılıp mahvolması.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı
çevreleyen ezelî kuvveti.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
küsuf:
güneş tutulması.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
mahlûkat-ı lâtife:
lâtif, güzel
ve hoş biçimde yaratılan mah-
lûklar.
misil:
benzer, eş.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların âciz kaldığı şey.
muvafık:
uygun, münasip.