İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Hanzalenin çekirdeğinde hanzale ağacı mündemiç ve
dâhil olduğu gibi, cehennemin de küfür ve dalâlet tohu-
munda müstetir bulunduğunu şuhudî bir yakin ile müşa-
hede ettim.
Ve keza, nasıl ki hurmanın çekirdeği hurma ağacına
hamiledir; aynen öyle de, iman habbesinde de cennetin
mevcut olduğunu hads-i kat’î ile gördüm. Çünkü, o çekir-
deklerin ağaçlara tahavvül ve inkılâpları garip olmadığı
gibi, küfür ve dalâlet manası da tazip edici bir cehennemi,
iman ve hidayet de bir cenneti intaç edeceğinde istib’at
yoktur.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
tohum olacak bir habbenin kalbi, yani içi delindiği za-
man, elbette sümbüllenip neşvünema bulamaz, ölür gi-
der. kezalik,
ene
ile tabir edilen
enaniyet’
in kalbi “Allah
Allah” zikrinin şua ve hararetiyle yanıp delinirse, büyü-
yüp gafletle firavunlaşamaz ve Hâlık-ı semavat ve Arz’a
isyan edemez. o zikr-i İlâhî sayesinde
ene
mahvolur.
İşte, nakşibendîler zikir hususunda ittihaz ettikleri
zikr-i hafî sayesinde kalbin fethiyle,
ene
ve
enaniyet
mik-
robunu öldürmeye ve şeytanın emirberi olan nefs-i em-
marenin başını kırmaya muvaffak olmuşlardır. kezalik,
kadirîler de zikr-i cehrî sayesinde tabiat tağutlarını tarü-
mar etmişlerdir.
Mesnevî-i nuriye | 165 |
h
uBaB
ğine inanmama, müşriklik, iman-
sızlık.
mahv:
yok olma, ortadan kalkma,
batma.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
mündemiç:
bir şeyin içinde bulu-
nan, saklı olan.
müstetir:
içinde saklı bulunan.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nakşibendî:
Şeyh Muhammed
Bahaüddin Nakşibend tarafından
kurulan, gizli zikirle Allah sevgisi-
ni kalbe nakşetmeyi esas alan bir
ehl-i sünnet tarikati, Nakşibendî-
lik.
nefs-i emmare:
insana kötü ve
günah işlerin yapılmasını emre-
den nefis.
neşvünema:
yayılıp gelişme, bü-
yüyüp gelişme; büyüme, boy at-
ma, yetişme, gelişme.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından uza-
nan ışık telleri.
şuhudî:
görünebilme ile alâkalı,
vücut bulmaya dair.
tabiat:
yaratılış ve yaşayışa dair
konulan kanunlar, esaslar.
tabir:
ifade, söz.
tağut:
insanları Allah’a karşı isya-
na sevk eden , isyankâr; her batıl
ma’bud, şeytan.
tahavvül:
değişme, dönüşme,
başkalaşma.
tarümar:
karma karışık, dağınık,
perişan.
tazip:
azap çektirme, eziyet etme,
sıkıntı verme.
yakin:
kesin bilme, şüpheden sıy-
rılarak son derece doğru ve kuv-
vetli bilme.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak dua
etme, Allah’ı anma.
zikr-i cehrî:
yüksek sesle yapılan
zikir.
zikr-i hafî:
gizli zikir, içten ve kalp-
ten yapılan gizlice zikir, alçak ses-
le, müridin ancak kendinin duya-
bileceği sesle yapılan zikir.
zikr-i ilâhî:
Allah’ı zikretmek.
dâhil:
girme, içinde olma.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
emirber:
emir eri.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
ene:
ben.
fetih:
kuşatma, ele geçirme,
zaptetme.
firavun:
zâlim, imansız; kibirli,
gururlu ve inatçı.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak.
garip:
tuhaf, şaşılacak.
habbe:
tane, çekirdek.
hads-i kat’î:
uzunca araştır-
maya gerek olmadan elde
edilen kesin bilgi.
Hâlık-ı semavat ve Arz:
gök-
leri ve yeri yaratan, yoktan
var eden Allah.
hanzale:
zakkumî, zakkum
ağacı, Ebu Cehil karpuzu, acı
hıyar.
hararet:
sıcaklık.
hidayet:
doğru olan, hak olan.
i’lem eyyühe’l-aziz:
Ey aziz
kardeşim, bil ki!.
iman:
inanç, itikat.
intaç:
netice verme, sonuçlan-
dırma.
istib’at:
akıldan uzak görme,
yaklaştıramama.
isyan:
başkaldırma, itaatsizlik,
emre karşı gelme.
ittihaz:
edinme, alma, kabul
etme.
Kadirî:
Abdülkadir-i Geylânî
hazretlerinin yolunda olan,
onun tarikatine mensup olan.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-