Mesnevi-i Nuriye - page 167

bürhanların makuse olarak abesiyete, israfa, intizamsız-
lığa, adem-i hikmete delil ve bürhan olmaları lâzım gele-
cektir.
Arkadaş! Şu dünyevî hayatın faydaları pek çoktur. o
faydalardan, hayat sahibine tasarruf ve hizmeti nispetin-
de bir hisse ayrıldıktan sonra, bakî kalan gayeler, seme-
reler Fâtır-ı Hakîm’e racidir.
evet, insan ve insanın hayatı esma-i İlâhiyenin tecelli-
yatına bir tarladır ve cennette rahmet-i İlâhiyenin envaı-
nın cilvelerine mazhardır ve hayat-ı uhreviyenin harika
ve gayr-i mütenahi semereleri için bir fidanlık veya bir
çekirdektir. demek, insan bir sefine kaptanı gibidir. se-
finenin gayr-i mahdut faydalarından, kaptanın alâka ve
hizmeti nispetinde kendisine verilir, bakî kalan kısmı sul-
tana racidir. İnsan da, sefine-i vücuduyla alâkası derece-
sinde, o vücudun hayattar semeratından hissesini alır;
mütebakisi sultan-ı ezeliye’ye aittir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
dünyanın lezzetleri, zevkleri ve ziynetleri, Hâlık’ımızı,
Malik’imizi ve Mevlâ’mızı bilmediğimiz takdirde, cennet
olsa bile, cehennemdir.
evet, öyle gördüm ve öyle de zevk ettim. Bilhassa,
şefkatin ateşini söndürecek, marifetullahtan başka bir
şey var mıdır? evet, marifetullah olduktan sonra, dünya
lezzetlerine iştiha olmadığı gibi, cennete bile iştiyak geri
kalır.
Mesnevî-i nuriye | 167 |
h
uBaB
anlama, bilme.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
Mevlâ:
her şeyin gerçek ve mut-
lak efendisi olan Allah.
mütebaki:
geri kalan kısım.
nispet:
oran, ölçü.
raci:
geri dönen, geri gelen, dö-
nen.
rahmet-i ilâhiye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
sefine:
gemi.
sefine-i vücut:
insan veya hayvan
gövdesi.
semerat:
semereler, meyveler.
semere:
meyve, güzel netice.
sultan:
padişah, hükümdar.
sultan-ı ezeliye:
ezelî sultan, kud-
ret, kuvvet ve hükümranlığı za-
man ve mekânla sınırlı olmayan
Cenab-ı Hak.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
tasarruf:
idare etme, kullanma.
tecelliyat:
tecelliler, görüntüler.
abesiyet:
faydasız, boş, lü-
zumsuz ve gayesiz oluş.
adem-i hikmet:
hikmetsizlik,
faydasız ve gayesiz oluş.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
bâkî:
geri kalan.
bilhassa:
özellikle.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cilve:
tecelli, görüntü.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
dünyevî:
dünyaya ait.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
esma-i ilâhiye:
Allah’ın isim-
leri.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir
maksada uygun ve hikmetle
benzersiz bir şekilde yaratan
Allah (c.c.).
gayr-i mahdut:
hudutsuz, sı-
nırsız, sonsuz.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden Allah.
harika:
olağanüstü.
hayat-ı uhreviye:
uhrevî ha-
yat, ahirete ait olan hayat.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hisse:
pay, nasip.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
israf:
gereksiz yere harcama,
ihtiyaçtan fazlasını harcama,
savurganlık.
iştiha:
fazla istek, arzu.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
makuse:
tersine dönmüş, ba-
şaşağı olmuş.
Malik:
her şeyin gerçek sahi-
bi olan Allah.
marifetullah:
Allah’ı tanıma,
1...,157,158,159,160,161,162,163,164,165,166 168,169,170,171,172,173,174,175,176,177,...528
Powered by FlippingBook