Mesnevi-i Nuriye - page 174

eğer insanlarda olduğu gibi o meyvelerde de vahdet-i
ruhiye olmuş olsa idi, geçmiş ve gelen yeni meyveler bir-
birinin aynı olmaz mıydı? Fakat, ruhları olmadığı için,
aralarında ayniyete yakın öyle bir misliyet vardır ki, ne
aynıdır ve ne de gayr keyfiyeti gösterir. Acaba semerat-
taki bu vaziyeti gören, haşri istib’at edebilir mi?
Ve keza, manevî asansörler ile lâzım olan erzak ve gı-
dalarını ağacın yüksek dallarına çıkartmakla, tebessümle-
riyle arz-ı didar eden dut ve kayısı gibi meyveleri kuru ve
camit bir ağaçtan ihraç ve icat etmekle o kuru ağacı acip
bir vaziyete ve hayattar antika bir şekle koyan kudret-i
ezeliyeye haşr-i umumî ağır gelir mi? Hâşâ! Bu lâtif, na-
zik masnuatı o kuru ağaçlardan ihraç eden kudrete hiç-
bir şey ağır gelmez. Bu bedihî bir meseledir; fakat gözle-
ri kör olanlar göremiyorlar.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın her bir suresi, bütün
kur’ân’ın münderecatını icmalen ihtiva ettiği gibi, sair
surelerde zikredilen makasıd ve mühim kıssaları da ta-
zammun etmiştir. Bundaki hikmet, kur’ân’ı tamamen
okumaya vakti müsait olmayan veya ancak bir kısmını
veya bir suresini okuyabilen insanlar, kur’ân’ın hepsini
okumaktan hâsıl olan sevaptan mahrum kalmamasıdır.
evet, mükellefîn arasında bulunan ümmîler ancak bir
sureyi okuyabilirler. İ’caz-ı kur’ân onları da tam sevap
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
antika:
değerli ve mükemmel sa-
nat eseri.
arz-ı didar:
yüz gösterme, yüzü-
nün güzelliğini gösterme.
ayniyet:
bir şey veya şahsın aynı
veya kendisi olması, bir oluş, ay-
nılık, özdeşlik.
bedihî:
delil ve ispata muhtaç ola-
mayacak derecede açık ve ortada
olan.
camit:
ruhsuz, cansız.
erzak:
yiyecek, içecek, azıklar.
gayri:
başka.
hâsıl:
elde edilenlerin hepsi, mey-
dana gelme.
hâşâ:
asla, katiyen, öyle değil, Al-
lah göstermesin.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
haşr-i umumî:
yaratılan bütün
varlıkların kıyamet gününde tek-
rar dirilip toplanmaları.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın mu’cizeli-
ği, yüksek ve erişilmez ifadesi.
icmalen:
kısaltarak, kısaca, özet-
le.
ihraç:
üretme, dışarı çıkarma.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
i’lem eyyühe’l-aziz:
Ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
istib’at:
akıldan uzak görme, yak-
laştıramama.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
hal, durum, iç yüz.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıssa:
anlatılan olay, hikâye.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
kudret-i ezeliye:
ezele ait kudret,
başı sonu olmayan sonsuz İlâhî
kudret, kuvvet.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
Z
eYlü
l
-h
uBaB
| 174 | Mesnevî-i nuriye
luyla Hz. Muhammed’e indiril-
miş, semavî kitapların sonun-
cusu.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerleri-
ni yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
mahrum:
bir şeye sahip ola-
mayan, yoksun.
makasıd:
maksatlar, gayeler.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.
mesele:
önemli konu.
misliyet:
benzeri ve misli ol-
mak, benzerlik.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mükellef:
sorumlu ve yüküm-
lü olan.
münderecat:
bir şeyin içine
derç edilmiş şeyler, bir kitap
veya derginin ihtiva ettiği şey-
ler, içindekiler.
müsait:
uygun, münasip.
nazik:
narin, ince.
ruh:
hayat ve canlılık veren
şey.
sair:
diğer, başka, öteki.
semerat:
semereler, meyve-
ler.
sevap:
hayırlı bir işe karşı Al-
lah tarafından verilen mükâ-
fat.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tebessüm:
gülümseme.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
vahdet-i ruhiye:
ruh birliği.
vaziyet:
durum.
zikretmek:
anmak, bildirmek.
1...,164,165,166,167,168,169,170,171,172,173 175,176,177,178,179,180,181,182,183,184,...528
Powered by FlippingBook