İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Eşyada görünen nev’î ve ferdî vahdetler Sâni’deki
sırr-ı vahdetten neş’et etmiştir
. Çünkü, kuvvet dağılmı-
yor; bir kısmına çok, bir kısmına az sarf edilmekle, kud-
rette kuvvetin tecezzi ve inkısamı olmuyor. eğer vahdet
olmasa idi, kudretin yaptığı sarfiyatta tefavüt olsa idi,
masnuatta da tefavüt ve intizamsızlık olurdu. demek,
kudretin vahdetle beraber masnuata yaptığı tasarrufu
şemsin tenviri gibidir ki; bir şems-i vahit cüz ve küllü bi-
lâtefavüt her şeyi ziyalandırdığı gibi, tecellisiyle de her
şeyin yanında mevcuttur. Binaenaleyh, mümkinat daire-
si efradından tavzif edilen miskin, camit meyyit ve ism-i
Nur’
a mazhar şemste sırr-ı vahdet sayesinde bu kadar in-
tizamlı tasarruf olursa, Şems-i ezelî, sultan-ı ebedî, kay-
yum-i sermedî, Vacibü’l-Vücud, Vahid-i ehad’in mas-
nuata tasarrufu nasıl olacaktır?
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
sâniin vahdetine en sadık şahitlerden,
•
Birincisi
, cüz’î ve küllî eşyalarda görünen vahdetler-
dir. Çünkü, herhangi bir şey, zerreden âleme kadar vah-
det ile muttasıf ve alâkadardır. öyle ise, sâni’de de vah-
det var. öyle ise, sâni ehaddir.
•
İkincisi
, her şeyde kabiliyetinin liyakatine göre bir
kemal-i ittikan vardır. en adî, küçük, nebatî ve hayvanî
bir şeyde kör gözler bile gördükleri öyle bir antika eser-i
sanat vardır ki, insanları hayrette bırakır.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
antika:
değerli ve mükemmel sa-
nat eseri.
bilâtefavüt:
ayırmaksızın, farksız
olarak.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
camit:
ruhsuz, cansız.
cüz:
kısım, parça.
cüz’î:
küçük, az; bütüne ait olma-
yan, özel.
efrat:
fertler.
ehad:
zatı tek olan Allah.
eser-i sanat:
sanat eseri, sanat
değeri olan eser.
ferdî:
fertle ilgisi olan.
hayvanî:
hayvanla ilgili, hayvana
ait.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
inkısam:
bölünme, parçalanma.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
ism-i nur:
Allah’ın Nur ismi.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
Kayyum-i sermedî:
daimî, sürekli
ve ebedî olarak her şeyi ayakta
tutan ve varlığının sonu olmayan
Cenab-ı Allah.
kemal-i ittikan:
mükemmel ve
noksansız yapılış.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
küll:
bütün, bir şeyin tamamı.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
liyakat:
ehliyet.
masnuat:
sanatla yapılmış şeyler.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
meyyit:
ölmüş, ölü.
miskin:
âciz, güçsüz; kendini bile
idare edemeyen.
muttasıf:
vasıflandırılan, sıfatla-
nan.
mümkinat:
yaratılanlar, mümkün
olanlar, imkân dâhilindekiler, ola-
bilir şeyler.
nebatî:
bitkisel, bitki ile ilgili, bit-
kiye ait.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nev’î:
nevi ile ilgili, nev’e ait, çeşit-
Z
eYlü
’
l
-h
uBaB
| 178 | Mesnevî-i nuriye
le ilgili.
sadık:
doğru, gerçek, hakikî
olan.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
sarf:
harcama.
sarfiyat:
harcamalar, giderler.
sırr-ı vahdet:
Cenab-ı Allah’ın
umum eşyada birden tecelli
eden birliğinin sırrı.
sultan-ı ebedî:
ebedî sultan;
kudret ve hükümranlığının so-
nu olmayan sultan.
şems:
güneş.
Şems-i ezelî:
ezelî güneş; var-
lığının başlangıcı olmayan ve
her şeyi nurlandıran Cenab-ı
Hak.
şems-i vahit:
bir güneş, tek
güneş.
tasarruf:
idare etme, kullan-
ma.
tavzif:
vazifelendirme, görev-
lendirme.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bö-
lünme, ufalanma, cüzlere ay-
rılma.
tefavüt:
uygunsuzluk, iki şe-
yin birbirinden farklı olması.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
vacibü’l-vücut:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahdet:
birlik ve teklik.
vahid-i ehad:
bir olan ve bir-
liği her bir şeyde tecelli eden
Allah.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.