Maahaza, o İlâhî sofradaki eşya yalnız insan ve hay-
vanların lezzet ve zevklerini tatmin için değildir. Her bir
ferd-i müstehlekte zevi’l-hayata ait cüz’î faydalardan baş-
ka esma-i İlâhiyenin tecelliyatına ve faaliyetteki esrar ve
şuunatına ait gayr-i mütenahi hikmetler, gayeler vardır.
öyle ise, bu ziyafet-i amme ve bu feyz-i âmmın bir kör
kuvvetten neş’et etmesi ve bu eşyanın semeratı sel gibi
akıp ittifakı ve tesadüfün eline havalesi muhaldir. Çünkü,
o eşyanın intizamlı hakîmâne teşahhusatı ve şuurkârâne
muhkem hususiyatı, kör tesadüf ve ittifakı reddediyor.
öyle de, o sofra-i rahmetteki ucuzluk ve kolaylık ve
çokluk, o eşyanın bir Cevâd-ı Mutlak’tan, bir Hakîm-i
Mutlak’tan, bir kadîr-i Mutlak’tan geldiğini gösteren
şahitlerdir.
İ’lemeyesbabamüptelâinsan!
Bil ki, sebebin halkı ve sebebiyetinin takdiri ve müseb-
bebin vücuduna lâzım olan şeylerle teçhizi, kudretine nis-
petle zerreler ve şemsler müsavi olan zatın “kün!” em-
riyle müsebbebi halk etmesinden daha kolay, daha ek-
mel, daha âlâ değildir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
dünyada görülen, bilhassa nebatî ve hayvanî hayatlar-
da müşahede edilen ademler, idamlar tebeddül ve teced-
düd-i emsalden ibarettir. İmanlı olan kimselere göre, ze-
val ve firakın acısı değil, yerlerine gelen emsalleriyle
adem:
yokluk.
âlâ:
yüce, yüksek, büyük.
bilhassa:
özellikle.
Cevâd-ı Mutlak:
sonsuz cömertlik
ve iyilik sahibi Cenab-ı Hak.
cüz’î:
küçük, az.
ekmel:
daha (en, pek) mükem-
mel, en olgun, kusursuz ve eksik-
siz olan.
emsal:
benzerler.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
esma-i ilâhiye:
Allah’ın isimleri.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
ferd-i müstehlek:
yiyilip içilen tü-
ketim malzemesi.
feyz-i âmm:
umumî feyiz, bolluk
ve bereket.
firak:
ayrılık.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
hakîmâne:
hikmetli bir şekilde.
Hakîm-i Mutlak:
Sonsuz hikmet
sahibi ve her şeyi her hangi bir
kayda ve şarta bağlı olmaksızın
gayeli ve faydalı yaratan Allah.
halk:
yaratma, yoktan var etme.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
hayvanî:
hayvanla ilgili, hayvana
ait.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hususiyat:
ayırıcı özellikler.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
idam:
yok olma.
ilâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
i’lem:
Arabcada “bil!” anlamında
emir.
iman:
inanç, itikat.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
ittifak:
birleşme; rast geliş.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kün:
“Ol!” manasında Allah’ın var-
lıkları yaratırken verdiği emir.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
muhal:
imkansız.
muhkem:
sağlam, dayanıklı.
müptelâ:
tutkun, bir şeye düşkün
ve tutulmuş olan.
müsavi:
eşit.
müsebbep:
sebep olarak ortaya
konulmuş olan, sebep olunarak
meydana getirilen.
Z
eYlü
’
l
-h
uBaB
| 180 | Mesnevî-i nuriye
müşahede:
gözlem.
nebatî:
bitkisel, bitki ile ilgili,
bitkiye ait.
neş’et:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
nispet:
kıyaslama.
sebebiyet:
sebep olma.
semerat:
semereler, meyve-
ler.
sofra-i rahmet:
Rahmet sof-
rası.
şems:
güneş.
şuunat:
şuunlar, keyfiyetler,
hâller; işler.
şuurkârâne:
şuurluca, şuurlu
bir şekilde.
takdir:
Allah’ın takdiri, Allah’ın
ilmiyle belli bir düzen verme-
si.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını
karşılama.
tebeddül:
başkalaşma, değiş-
me.
teceddüd-i emsal:
benzerleri-
nin yenilenmesi, tazelenmesi.
tecelliyat:
tecelliler, görüntü-
ler.
teçhiz:
cihazlama, donatma,
hazırlama.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin
kendiliğinden meydana gel-
mesi.
teşahhusat:
teşahhuslar, şa-
hıs hâline girmeler, cisimlen-
meler.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zeval:
zail olma, sona erme,
yok olma.
zevi’l-hayat:
hayat sahipleri,
canlılar.
ziyafet-i amme:
umumî ziya-
fet, herkese verilen ziyafet.