Bu vesveseye karşı şöyle bir hakikati düşünmek lâzım:
1.
İnsan, gayr-i mütenahi acz ve fakrıyla beraber, Ce-
nab-ı Hakka imanıyla kudret ve gınâ ve izzetine mazhar
olmuştur. İşte bu mazhariyetten dolayı, insan hayvani-
yetten terakki edip halife-i zemin olmuştur.
2.
Cenab-ı Hak ihata-i kudret ve azametiyle insanın
duasını işitir, hacatını görür. Ve semavat ve arzın tedbi-
ri, o insanı da düşünmeye mâni değildir.
Sua l
: Cenab-ı Hakkın cüz’iyat ve hasis emirler ile iş-
tigali azametine münafidir?
El cevap
: o iştigal, azametine münafi değildir. Bila-
kis, adem-i iştigali azamet-i rububiyetine bir nakısedir.
Meselâ, şemsin ziyasından bazı şeylerin mahrum ve ha-
riç kalması, şemse bir nakıse olur. Maahaza, bütün şef-
faf şeylerde görünen şemsin timsallerinin her birisi,
“Şems benimdir, şems yanımdadır, şems bendedir” di-
yebilir. Ve zerreler ile şems arasında müzaheme yoktur.
Bütün mahlûkat, bilhassa insanlarda, ferdî olsun nev’î ol-
sun, şerif olsun hasis olsun, ilim, irade, kudret itibarıyla
Cenab-ı Hakkın tecellisine mazhardır. Her bir şey, her
bir insan, “Allah yanımdadır” diyebilir. Bilhassa insanın,
zaafı, fakrı, aczi nispetinde Cenab-ı Hakkın kurbiyeti ve
her bir şeyin Cenab-ı Hakla münasebeti olmakla bera-
ber, o da münasebettardır. Ve gayr-i mütenahi acz ve
fakrı olan insana, gayr-i mütenahi kudret ve gınâ ve aza-
meti olan Cenab-ı Hak’la münasebeti, ne kadar lâtiftir.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
adem-i iştigal:
bir işle uğraşma-
ma, meşgul olmama.
arz:
yer, dünya.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
azamet-i rububiyet:
Allah’ın ter-
biye ediciliğinin büyüklüğü.
bilakis:
aksine, tersine.
bilhassa:
özellikle.
cüz’iyat:
ehemmiyetsiz, değersiz,
ufak tefek şeyler.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
elcevap:
cevap olarak.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muhtaç-
lık.
ferdî:
şahsî, bireysel.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
gınâ:
zenginlik, bolluk.
hacat:
hâcetler, ihtiyaçlar.
hakikat:
gerçek, esas.
halife-i zemin:
yerin halifesi; dün-
yadaki bütün varlıklar üzerinde
tasarruf eden.
hariç:
bir şeyin dışında kalma.
hasis:
adî, alçak, bayağı.
hayvaniyet:
hayvanlık.
ihata-i kudret:
kudretinin kuşatı-
cılığı, genişliği, enginliği.
ilim:
bilme, bilgi.
iman:
inanç, itikat.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
iştigal:
bir işle uğraşma, meşgul
olma.
itibarıyla:
yüzünden, dolayısıyla,
bakımından.
izzet:
şeref, yücelik; kuvvet, kud-
ret, üstünlük.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
Z
eYlü
’
l
-h
uBaB
| 184 | Mesnevî-i nuriye
kurbiyet:
yakınlık, yakın ol-
ma, yakınlık kazanma.
lâtif:
güzel, tatlı, hoş.
maahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah ta-
rafından yaratılanlar.
mahrum:
bir şeye sahip ola-
mayan, yoksun.
mâni:
engel.
mazhar:
bir şeyin çıktığı gö-
ründüğü yer; nail olma, şeref-
lenme.
mazhariyet:
görünme ve te-
zahür yeri olma; nail olma, şe-
reflenme.
meselâ:
örneğin.
münafi:
zıt, aykırı.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
müzaheme:
zahmet, sıkıntı
verme.
nakıse:
eksiklik, noksanlık,
kusur.
nev’î:
nevi ile ilgili, nev’e ait,
çeşitle ilgili.
nispet:
oran, ölçü.
semavat:
semalar, gökler.
sual:
soru.
şeffaf:
saydam.
şems:
güneş.
şerif:
şerefli, ulu, yüce.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
terakki:
yükselme, ilerleme.
timsal:
örnek, numune.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kal-
be gelen asılsız kötü ve sinsi
düşünce.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.