Mesnevi-i Nuriye - page 193

ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla, onunla be-
raber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam manasıyla
fenâ olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşinde-
dir, talebindedir. Hâlbuki, umur-i dünyeviyeden herhan-
gi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kıl
kadardır. demek kalb, ebedülâbâda müteveccih açılmış
bir penceredir. Bu fânî dünyaya razı değildir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
kur’ân, semadan nazil olmuştur. Ve onun nüzulüyle
semavî bir mâide ve bir sofra-i İlâhiye de nazil olmuştur.
Bu mâide, tabakat-ı beşerin iştiha ve istifadelerine göre
ayrılmış safhaları havidir. o mâidenin sathında, yüzünde
bulunan ilk safha tabaka-i avama aittir.
Meselâ
:
(1)
Én
ªo
gÉn
æ`r
?n
àn
Øn
a Ék
?r
Jn
Q Én
àn
fÉn
c ¢n
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ª°s
ùdG s
¿
n
G
ayet-i kerîmesi, beşerin birinci tabakasına şu manayı if-
ham ve ifade ediyor:
semavat, ayaz, bulutsuz, yağmuru yağdıracak bir ka-
biliyette olmadığı gibi, arz da kupkuru nebatatı yetiştire-
cek bir şekilde değildir. sonra ikisinin de yapışıklıklarını
izale ve fetk ettik. Birisinden sular inmeye, ötekisinden
nebatat çıkmaya başladı. Mezkûr ayetin ifade ettiği şu
manaya delâlet eden,
(2)
x
»n
M m
Ar
Àn
T s
?o
c
p
ABÉn
Ÿr
G n
øp
e Én
æ`r
?n
©n
Ln
h
ayet-i kerîmesidir. Çünkü, hayvanî ve nebatî olan hayat-
ları koruyan gıdalar, ancak arz ve semanın izdivacından
tevellüt edebilir.
Mesnevî-i nuriye | 193 |
h
aBBe
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
mâide:
yemek sofrası, üzerinde
nimetler bulunan kurulmuş sofra.
meselâ:
örneğin.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
müteveccih:
bir cihete dönen, yö-
nelen.
nazaran:
nispeten, kıyaslayarak,
göre.
nazil:
nüzul eden, inen.
nebatat:
bitkiler.
nebatî:
bitkisel, bitki ile ilgili, bit-
kiye ait.
nüzul:
inme, iniş, gökten dünyaya
geliş.
razı:
rıza gösteren, hoşnut olan.
safha:
devre, merhale.
satıh:
bir şeyin dış tarafı, dış yüzü.
sema:
gökyüzü, gök.
semavat:
semalar, gökler.
semavî:
semaya ait, gökten gelen;
Allah tarafından olan, İlâhî.
sofra-i ilâhiye:
Cenab-ı Hakkın
sofrası.
tabaka:
kat, katman.
tabaka-i avam:
avam tabakası,
halktan ilmi irfanı kıt olanların ta-
bakası, halk.
tabakat-ı beşer:
insan tabakaları,
insanların oluşturduğu sosyal sı-
nıflar.
talep:
istek, dilek.
tevellüt:
doğma, doğum.
umur-i dünyeviye:
dünyevî işler,
dünyaya ait işler.
a’mal:
ameller, işler.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
beşer:
insan, insanlık.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ebedülâbâd:
ebedlerin ebedî,
tükenmez, ebedî hayat, son-
suzluk.
fânî:
ölümlü, geçici.
fenâ:
yokluk, yok olma.
fetk etmek:
ayırmak.
havi:
içine alan, kapsayan, ku-
şatan.
hayvanî:
hayvanla ilgili, hay-
vana ait.
ifhâm:
anlatma, bildirme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
iştiha:
yemeğe karşı duyulan
istek, mide açıklığı, açlık, iştah.
izale:
giderme, ortadan kaldır-
ma.
izdivaç:
evlenme, birbirine eş
olma.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
1.
Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden koparıp ayırdık. (Enbiya Suresi: 30.)
2.
Her canlı şeyi de sudan yarattık. (Enbiya Suresi: 30.)
1...,183,184,185,186,187,188,189,190,191,192 194,195,196,197,198,199,200,201,202,203,...528
Powered by FlippingBook