Mesnevi-i Nuriye - page 192

intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslen-
dirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?
dünyasının akıbetini küfür saikasıyla adem-i mutlak
olduğunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezaiz evlâ-
dır. Çünkü, o lezaizin zevaliyle vukua gelen hususî ve
mukayyet ademlerden adem-i mutlakın elîm elemleri her
dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler o elemlere galebe
edemez.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Merayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirmek için
çobanın attığı taşlara musap olan bir koyun, lisan-ı hâliy-
le, “Biz çobanın emri altındayız. o bizden daha ziyade
faydamızı düşünür. Madem onun rızası yoktur; dönelim”
diye kendisi döner, sürü de döner.
ey nefis! sen o koyundan fazla asi ve dâl değilsin. ka-
derden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın za-
man
(1)
n
¿ƒo
©p
LGn
Q p
¬r
«n
dp
G B És
fp
Gn
h ! És
fp
G
söyle ve Merci-i Hakikî’ye
dön, imana gel, mükedder olma. o seni senden daha zi-
yade düşünür.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
kalbin umur-i dünyeviye ile kasten iştigal etmek için
yaratılmış olmadığı şöylece izah edilebilir:
görüyoruz ki, kalb, hangi bir şeye el atarsa, bütün
kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır, büyük bir ihtimam
adem:
yokluk.
adem-i mutlak:
mutlak yokluk,
tam yokluk.
akıbet:
nihayet, son.
asi:
isyan eden, başkaldıran.
dâl:
sapkınlar, doğru ve hak yol-
dan uzaklaşanlar.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
evlâ:
daha uygun, daha lâyık, da-
ha iyi.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hususî:
özel.
ihtimam:
dikkat ve özen göster-
me.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
iman:
inanç, itikat.
intizar:
bekleme, gözleme.
iştigal:
bir işle uğraşma, meşgul
olma.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma.
kader:
İlâhî hüküm; Cenab-ı Hak-
kın takdir ve tayin etmesi.
kasten:
bile bile, isteyerek, kasıtlı
olarak.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
mera:
hayvanların otladığı
yer, kır, çayır.
merci-i hakikî:
asıl dönülecek
ve sığınılacak yer.
mukayyet:
kayıtlı, kaydedil-
miş.
musap:
hastalık veya sıkıntı-
ya uğramış.
musibet:
felâket, belâ.
mükedder:
kederli, üzüntülü,
tasalı.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan, hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
saika:
sevk eden, sürükleyen,
sebep olan.
sehpa:
idama mahkûm olan-
ların idam edildiği üç ayaklı
düzen, darağacı.
tecavüz:
saldırma.
terk-i lezaiz:
lezzetlerin ve
zevklerin terk edilmesi.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
tezyin:
süsleme, ziynetlendir-
me.
umur-i dünyeviye:
dünyevî
işler, dünyaya ait işler.
vuku:
olma, meydana gelme.
zeval:
sona erme, yok olma,
ölme.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz. (Bakara Suresi: 156.)
h
aBBe
| 192 | Mesnevî-i nuriye
1...,182,183,184,185,186,187,188,189,190,191 193,194,195,196,197,198,199,200,201,202,...528
Powered by FlippingBook